- Konu Yazar
- #1
Blogumuza buradan ulaşabilirsiniz : vroomontheroad
Merhabalar,
İngilizlerin "Spring Bank Holiday" dedikleri her sene mayısın son haftası yazın gelişini kutladıkları resmi tatili fırsat bilip, 3 günlük Galler turunu planladık. Hiçbir zaman bank holiday diye adlandırdıkları resmi tatilleri haftasonuna denk getirmiyorlar. Şayet haftasonuna denk geliyorsa, denk gelen cuma ya da pazartesini tatil kılarlar. Bu nedenle her sene tatil tarihleri değişiyor.
Galler Birleşik Krallıka bağlı dört ülkeden birisi. Adanın batısında yer alıyor. Kendilerine ait Galce denilen bir dilleri var. Adadaki herkes genelde İngilizce bildiği için anlaşma konusunda hiç sorun yaşamadık ama kendi aralarında Galce konuştuklarında hiçbirşey anlamadık. İngilizceye göre oldukça farklı. Galler sınırından içeri girer girmez tüm tabelalar hem Galce hem de İngilizce olarak yazılmaya başlıyor. Hatta yolda yavaşlamak için koydukları uyarılarda; SLOW la birlikte ARAF yazısını da çokça gördük.

Ahh Galler ahh.. 3 günde gönlümüzü fethettin. Ucu bucağı olmayan yemyeşil ovaların, birbirinden besili koyunların, ineklerin, atların, keşfedilmeyi bekleyen kalelerin şatoların, şelalelerin, buharlı demir yolların, bir anda ortaya çıkan kızıl toprakların, mis kokulu çiçeklerin, muazzam evlerin, büyüleyici sahillerin, vadilerin, milli parkların Sayılacak o kadar çok güzelliğin var ki sevgili Kelt ülkesi Galler Sanki Yüzüklerin Efendisi ve Hobit filminde Shirede geziniyor gibiydik. Biz çok beğendik, umarım sizlerde keyifle okursunuz.
Veee işte yeni rotamız:
1.Gün

Cumartesi sabah 8 gibi Londradan yola çıktık. Yaklaşık 4 saatlik bir yolculuğumuz bulunuyordu. 2 saat sonra kahvaltı molası vermek için Welcome Break adı verilen bir mola yerinde durduk. İngilizlerin Cornish pasty adı verilen çok lezzetli kocaman poğaçaları bulunuyor. Genelde etli-soğanlı, peynirli-soğanlı ya da sebzeli türleri bulunan bu poğaçaya benzer pastylerden favorimiz etli-soğanlı olanı. İngilterede genelde her saatte bulabileceğiniz tuzlu tek atıştırmalık olabilir. Denemenizi tavsiye ederiz.

Toplam 6 saatlik bir yolculuğun ardından kalacağımız Cottege House diye adlandırılan köy evine vardık. Burası sahibi tarafından bir tatil evine çevrilmiş. Evin içi tarihi çizgilerini de koruyacak şekilde çok güzel dekore edilmiş. Biraz dinlenip, yan çantaları eve bırakıp Conwye gitmek üzere yola çıktık.

Hatta motorumuzu parkedebileceğimiz kendine ait bir otoparkı bile bulunuyordu.

Bu da evin salonundan bir görüntü:

Otel Bilgisi: Coediog The Cottage at the edge of the village
Conwy
20 dakikalık süren bir yolculuğun ardından ilk durağımız olan Conwye vardık. Conwye gelmeden Colwyn Bay adı verilen sahile de uğrayabilirsiniz. Ucu bucağı olmayan güzel bir kumsal. İnsanlar genellikle buradan deniz kabuğu toplayıp bahçelerine koyuyorlamış.
Bahsetmeden geçmek istemiyorum. Galler kalelerin ve şatoların diyarı. Bu kısacık yolculukta bile 3 tane kale gördük. Ertesi gün gezmek üzere bazılarını listemize ekledik.
Conwy Kalesi 1283 yılında yapımına başlanan ve Kral I. Edward tarafından yaptırılan harika bir kale. Günümüzde tüm ihtişamını hala koruyor. Girişi 11.5 pound. Son giriş 16:30. Biz 3 dakika ile son girişi kaçırdık. Maalesef burada herşey kurallarına göre işletiliyor. Ülkemizde olsak şu kadar yoldan geldik girebilir miyiz diye rica etsek direk içeri alırlardı. Fakat bu ülkede bir kere Sorry derlerse sakın ısrar etmeyin. Kesinlikle fikirlerinden vazgeçmiyorlar. Uzun lafın kısası kaleyi sadece dışarıdan izlemekle yetindik.
Suspension Bridge
Bu köprü sayesinde kalenin bir tarafından otomobiller, diğer tarafından da trenler geçiyor.

Karnımız çok aç olduğu için yemek yenilecek biryerler aramaya başladık. Küçük bir yerleşim yeri olan Conwyde saat 5ten sonra hediyelik eşya dükkanları ve bazı restoranlar kapanıyor. O nedenle hediyelik vs alacaksanız o saate kadar almanızı tavsiye ederiz. Çarşıyı andıran küçük dükkanların olduğu sokakta bir Fish & Chipsci bulup oturduk.
Fish & Chips yerine Fish & Salad isterseniz salata ve balık getiriyorlar. Ekstra birde patates söyledik. Coddan yapılanı tercih edebilirsiniz,oldukça lezzetliydi. Yemeklerin yanında normal cam ya da plastik şişede su söylerseniz hepsi ücretli. Tap water denilen sürahide çeşme suyunu isterseniz ücretsiz. Bu ülkenin her yerinde çeşmeden su içiliyor. Tadı da gayet iyi bence.

Yemekten sonra çarşısında biraz dolaştık. Birbirinde sevimli evlerden birkaç güzel kare:




Küçük merkezini ve ara sokaklarını gezdikten sonra Conwy Town Walls diye adlandırılan surların üzerinde yürüyüşe çıktık. Yaklaşık 2 kmlik surların üzerinden yürüyebileceğiniz bir yol bulunuyor ve ücretsiz. Buyrun size şahane Conwy manzarası:




Surları gezdikten sonra dondurma yemek için geldiğimiz bu durakta antika arabasıyla gezintiye çıkan yaşlı bir amcayada rastladık.


Girdiğimiz bir barın kapısında yazan güzel not günümüzü renklendirdi.

Dondurmalarımızı yerken keyifle tekneleri ve yelkenlileri izledik. Burada o kadar çok gelgit oluyor ki.. Birkaç saat içinde bile su seviyesi değişti.
Sahilde bulunan Birleşik Krallıktaki en küçük evi de ziyaret etmeden gitmek istemedik. Çok sevimli değil mi?

Taş bir evin posta kutusu:

Convydeki güzel evlerden biri daha:

Kalenin hemen arkasında ücretli bir otopark bulunuyor. 2.50 pound. Ya da sahilde kenara ücretsiz parkedebilirsiniz.
Ve elveda Conwy.

Llandudno
Büyük Orme ve Küçük Orme arasında yer alan kireçtaşı oluşumların bulunduğu bir bölgede yer alıyor Llandudno. Ülkenin en uzun sahili burası. Çok turistik biryer. Sahil boyunca uzanan rengarenk evleri ile meşhur. Yazın insanların denize girdikleri bir sahil kenti olduğu için gitmeden önce otel rezervasyonunu yaptırmanız gerekiyor. Rengarenk evlerin hemen hemen hepsi otel ya da B&Bye çevrilmiş. Güneşi batırmak için gelmiştik fakat İngilterede gerçekten güneş batmıyor. Mayıs ayında akşam saat 10 da hava kararıyor.



Great Orme
Bir tarafınızda kireç taşından kayalar, bir tarafınızda uçurum, uçsuz bucaksız bir deniz.. Gallerdeki en keyifli motorcu rotalarından bir tanesi burası. Büyük Ormenin girişinde durup birkaç fotoğraf çekildikten sonra büyüleyici bu rotada kendimizi kaybettik.
Burada çok fazla tırmanış eğitimi alan insanlar vardı. Bu da tırmanış sırasında babasını bekleyen bir köpekcik. Onun dışında ülkenin en güzel treking rotalarından biri. Zamanımız olsa bu yolu yürüyerek geçmeyi çok isterdim.


Varlıklı bir aile olan Mostynler tarafından yaptırılan Llandudno Pier günümüzde hala kullanılmaya devam ediyor. Üzerinde çocuklar için eğlence merkezi ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor.


Etkileyici manzaralara veda edip, otelimize geri döndük.
2.Gün

Tüm gece boyunca yağan yağmur sabah uyandığımızda azalmıştı. Evden çıkarken sadece çiseliyordu.

Yola çıktıktan 5 dk içinde şakır şakır yağmur yağmaya başladı. Bir anda ortalığı mis gibi toprak kokusu kapladı. Durup, yağmurluklarımızı giyerken yanımıza gelen inekler şaşkın şaşkın bize bakıyorlardı. Niye bu kadar şaşırdıklarını bizde anlamadık. Fotoğraflarını çekip yolumuza devam ettik.


Snowdonia ulusal parkının içinden geçen ara yolları tercih ettik. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolumuz vardı. Yemyeşil ovaların içinden geçip, bir anda kızıl toprakların ve çalılıkların içinde kendimizi bulduk. Yol boyunca çok fazla yağmur yağdı. Hatta yağmur gün boyunca neredeyse hiç durmadı. Parkın içinde yakınlarımıza düşen şimşekler insanın içini ürpertiyordu. Yollar çok ıssızdı. Bizden başka bir kaç arabadan başka kimseleri yol boyunca görmedik.
Benzin almak için durduğumuzda yağmur bir anda iyice bastırdı.



İlk durağımız Snowdonia National Park içinde bulunan Llanberis gölünün kenarındaki demiryoluydu.
Llanberis Lake Railway
Asıl istediğimiz Snowdonia dağına çıkan Snowdon Mountain Railway adındaki demiryoluydu fakat aylar öncesinden tur şirketleri biletleri satın aldığı için yer bulamadık. Bu tren dağa tırmandığı için muazzam manzaralara tanıklık etmenizi sağlıyor. Maalesef yer bulamayınca bizde burayı tercih ettik. Burayı da riske atmamak için internetten biletlerimizi önceden aldık. Bilet fiyatı kişi başı 9 Pound. Son 15 dk kala yetiştik. Kendi otoparkı bulunuyor. Motoru hemen parkedip, biletlerimizi bastırdık. Kahvaltılık birşeyler alıp trendeki yerimizi aldık. Küçük buharlı motorlar size Snowdonianın tam kalbinde, Padarn Gölünün yanında 5 mil uzunluğunda bir yolculuğa çıkartıyor. Gallerdeki en yüksek zirveye sahip Snowdonun muhteşem manzarasını uzaktan bile olsa keyifle izleyeceğimiz için çok heyecanlıydık.
Sabahtan beri yaşadığımız ufak tefek aksiliklere trende bir yenisi daha eklendi. Geziler bu haliyle gerçi unutulmaz oluyor. Herşey rutin ve planlandığı şekilde gitse insan o kadar keyif almıyor. İlk aksilik hava durumunun önceki gün günlük güneşlik gösterip, tüm gün yağmurlu, fırtınalı hatta şimşekli geçmesiydi. Hatta ulusal parkın içinden buraya gelirken kızıl topraklar diye adlandırdığımız yerden geçerken eşim üzerimize yıldırım düşecek diye baya tedirgin oldu. İkincisi haritada işaretlediğimiz benzinliğe vardık fakat pazar günleri adamlar kapalıymış. Zaman problemimiz olduğu için olabildiğince yakın başka bir yer bulmaya çalıştık yarım saatimize maloldu. Üçüncüsü o güne aldığımızı zannettiğimiz biletler bir gün sonrasınınmış. Dördüncüsü ise trene binmeden aldığımız kahvelerin birinin karton kutusu trende patladı. Üstümüz, başımız tüm tren kahve oldu. Allahtan yanımızda oturan çift çok eğlencelilerdi. Hemen yardımcı oldular. Ohh her taraf mis gibi kahve koktu diyip yüzümüzü güldürdüler. Tren yol üzerinde fotoğraf çekimi için 5 dklık kısa mola veriyor. İnip oradaki kafeden peçete alıp bir güzel yerleri temizledik. Herşeye rağmen gün keyifli geçiyordu.


Küçük buharlı bu tren hareket saati geldiğinde düdüğünü öttüre öttüre kalkış yaptı. Gölün sadece bir kenarındaki sevimli gezintimiz böylece başladı. Yaklaşık bir saat süren bu gezide bir durakta hem tren hem de manzara ile fotoğraf çekilmek için 5 dklık bir mola veriyorlar. Yol çok uzun değil fakat oldukça eğlenceli. Buharlı trenin eski sesi ve kokusuyla unutulmaz bir deneyim oldu. Tren istasyona her geri döndüğünde yeni buhar ve kömür yüklemesi yapıyorlar. Ardından yeni yolculuğuna çıkmak için istasyondan ayrılıyor.



National Slate Museum
Ulusal parkın içinde birden fazla demiryolu rotası var. Bu rotayı tercih ederseniz tren istasyonun hemen karşısında bulunan müzeyi de mutlaka gezmenizi tavsiye ederiz. Girişi ücretsiz.
Resimlerde gördüğünüz Dinorwig taş ocağı 1969da kapatılıp müzeye çevrilmiş. Müzenin içinde o zamandan kalan atölyeler ve binalar, taş ocağı bulunuyor. Çalışanların aletlerini bırakıp, ocağı terk etmişler gibi tasarlanan bu yer açık hava müzesi gibi olup, gezenlere taş ocağı yaşamı hakkında gerçek bir fikir veriyor. Çok karanlık ve kasfetli olduğu için, insanların ne zor koşullar altında çalıştıklarını derinden hissettik. Çıkan sesler, video kayıtları insanın içini sıkıyor, gezerken tüyleri diken diken yapıyor.
Bu taş ocağında tabaka kalinde olan taşları (Slate stone olarak adlandırıyorlar. Türkçesi ARDUVAZ Kayağan Taşı) tüm Gallerde evlerin duvarlarında, bahçelerin çitlerinde, yerlerde kısacası tüm ülkede görebilirsiniz.






Üstte Galce altta İngilizce Sigara içilmez yazıyor.



Yaklaşık 30 dakika sonra Penrhyn Kalesine vardık.
Penrhyn Castle
İşte gezimizin en favori Gotik kalesi. 60 dönümlük bir araziye inşa edilen bu muazzam kale günümüzde ziyaretçilere açık. 1820 -1833 yılları arasında inşa edilen bu kale aslında çokta eski değil. Girişi 13.5 pound. Ücretsiz kendi otoparkı bulunuyor.
19.yy dan kalma Neo Norman kalesi büyüleyici bir iç mekana sahip. Kraliçe Victoria için inşa edilmiş bir tonluk yatak da içeride bulunuyor. Tüm kaleyi sarmalayan güzel oymalar, süslü alçı tavanlar, Norman mobilyaları ile göz dolduruyor. Büyük bir salon, kütüphane ve çizim odası ile insan eliyle yapılan büyük merdivenlere sahip. İçeride çok büyük, değerli tablolar da mevcut. Kalede görevli bayanı birine bilgi verirken dinledik. Halılar Türkiyeden getirtilmiş. Eski ahırlarda bir sanayi demiryolu müzesi ve oyuncak müzesi bulunuyor. Bahçesinde asırlık ağaçların altında gezinti yapabileceğiniz bir yürüyüş parkuru da bulunuyor.
Motorumuzu park edip kaleye doğru ilerlerlerken karşıdan gördüğümüz bu görüntüler bile burayı diğer kalelerden farklı kılıyordu.







İçeriye kapalı bir kapıdan giriyorsunuz. Güneş ışığı ve toz girmesin diye kocaman ağır bir kapı sürekli kapalı tutuluyor. Kapıyı aralıyınca karşınıza kocaman bir salon çıkıyor.


Büyük salondan ilk geçilen oda bir kütüphane. Şömine karşısında, çatırdayan odun ateşinde kim roman okumak istemez ki.


Tavan süslemeleri nefes kesiciydi.



Bu oda, üstüne yerleştirilmiş olan imparatorluk tacıyla, bir kral için yaptırılan pirinç yatağı barındırıyor. Galler Prensi tarafından kullanılan ve 1894 yılında ziyaret ettiği Kral VII. Edward tarafından kullanılan bir yatakmış. Duvarlarda, bir zamanlar mülk arazilerinde bulunan bir dizi kuşa sahip olan resimler bulunuyormuş.


Pennant ailesinin ünlü konuklar için verdiği yemekleri yedikleri salon ve kullandıkları yemek takımları da görülmeye değer.


Gotik merdivenlerde insanın nefesi kesiliyor. Bunların hepsi el yapımıymış. Bunu yapan kör oldu derler ya gerçekten o kadar detaylı ve muazzam. Oymacılık sanatı bambaşka birşey.


Kalenin içinde, eski ahırlarda tren ve saat müzesi de bulunuyor. Gezmeden ayrılmayın.



Ve Avrupa kıtasındaki en uzun yerleşim yerinin adı. Aynı isimde bir tren garı da bulunuyor.

Ülkenin her yerinde en ufak bir yeşillik alanda dahi koyunları görebilirsiniz. Burası kalenin karşı bahçesi.

Yağmur yağdığında genellikle ağaçların altına yatıyorlar. Ağaç dallarına da tüylerini bırakmayı ihmal etmemişler.

Kalenin balkonundan keyifli bir manzara:

Elveda güzel şato, bir daha yolumuz düşerse kesinlike ziyaretine geleceğiz.
Caernarfon Castle
Masallara konu olacak kaleden ayrılıp, başka bir kaleye olan yolculuğumuz 20 dk sürdü. Caernarfon Kalesine geldiğimizde saat 5i geçiyordu. O nedenle kalenin etrafında bir tur attık. Büyük, ihtişamlı bir kale olan Caernarfon günümüze kadar çok iyi şekilde korunmuş. Yine 13. yüzyılda Kraliyet sarayı ve askeri kale olarak Kral I. Edward tarafından yaptırılmış. Gallerde bu kadar çok kale olmasının sebebi Kral Edwardın Galleri fethetmesinin ardından bu kaleleri savunma amaçlı yaptırdığı söyleniyor. Gal halkı da İskoç halkı gibi özgürlüklerine düşkün. İngiliz himayesinden kurtulmak için sürekli isyan başlatmışlar. Bu nedenle adadaki en çok kale Gallerde bulunuyor. Dar sokakları, arnavut kaldırımlı taş yolları, sevimli bir sahil kasabası olan bu yer oldukça turistik.




30dk süren bir yolculuğun ardından en meşhur köylerden biri olan Beddgelerte vardık.
Beddgelert
Şüphesiz Snowdonianın en güzel köylerinden birisi. İçinden nehir geçen ve kendine has taş köprüsü ilk günkü güzelliği ile ayakta olan yemyeşil bir kasaba. Köprünün hemen yanında bulunan barların hepsinde yemek saati bulunuyor. Oturmadan önce saat kaçta yemek servis edildiğini mutlaka öğrenin. Aç değilseniz yine köprünün üzerindeki Tea Room da çayınızı ya da kahvenizi içebilirsiniz. Burada kalmak isterseniz geleneksel siyah taş evlerde, küçük butik otellerde konaklayabilirsiniz.
Buraya çok yakın bir bakır madeni bulunuyor. Adı Sygun. Bu bakır madenini keşfetmek için yürüyüşe çıkabilirsiniz. Madenin içine giriş bulunuyor. Farklı bir yeraltı deneyimi yaşamak isterseniz tercih edebilirsiniz. 1903 yılında terk edilmiş fakat şuan ziyarete açık olan bu yer Victorya dönemindeki madencilerin hikayelerini anlatıyormuş.
Gallerde en meşhur birkaç şeyden de bahsetmek istiyorum. İlk olarak Kırmızı Ejderha. Galler bayrağının üzerinde bulunan bu ejderha tüm hediyelik eşyalara, magnetlere de konu olmuş. İkincisi el yapımı tahta aşk kaşıkları. Bu kaşıkların aşk getirdiğine dair bir inançları var. Üçüncüsü ise her yer kuzu koyunlarla alakalı magnetler ve hediyelik eşyalar bulunuyor.








Otoparklar köyde mevcut. Ücretleri 1 ya da 2 pound olarak değişiyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi tek açık bulabildiğimiz bir restorana yemek yemek için oturduk. Steak adı verilen bu yemek hamurun içine gizlenmiş mantarlı et güvecine benzer birşeydi. Yerel bir yemek olan Steaki deneyebilirsiniz.

20dk süren bir yolculuğun ardından peri masalı köyüne Portmeiriona vardık.
Portmeirion
Kendinizi bir anda İtalyada hissedebileceğiniz rengarenk evleri ve çiçekleriyle deniz kenarında yer alan bir tatil köyü burası. Clough Williams-Ellis adı verilen bir mimar 1925ten 1975e kadar doğal güzelliği bozmadan nasıl bir köy inşa edilebileceğini göstermek istemiş. Mimar bu araziyi satın aldığında terkedilmiş haldeymiş. 50 yıl içinde büyülü bir yere çevirmiş. Birçok taş ve bazı detaylar İngilteredeki yıkılmış evlerden getirilmiş. Çılgın tarzıyla, farklı kombinasyonlardan güzel şeylerin ortaya çıkabileceğini kanıtlamış. Mimar ve eşi eskiden buarada birçok ünlüyü de ağırlamış. Bir çok yazara, müzisyene, sanatçıya ilham kaynağı bir yer olmuş. Çeşitli film ve diziler içinde kullanılmış.
Girişi 12 pound. Bir charity tarafından şuan bakımı üstlenilmiş durumda. Girişte verdiğiniz ücretlerle köyün bakımı gerçekleştiriliyor. Köy diyince aklınıza burada yaşayan insanlar gelmesin. İçeride bulunan evler sadece otel, kafe ve restoran olarak kullanılıyor.
İkonik mimarisi, kocaman bir ormanın içinde yer alan renkli bahçeleriyle size büyülü Portmeirion:













Bala
Akşam üzeri 45 dk süren bir yolculuğun ardından Balaya vardık. Burası göl kenarında bulunan küçük bir kasaba. Tryweryn ve Dee nehirleri Balanın her iki tarafından akıp Gallerin en büyük doğal gölü olan Llyn Tegidi (Bala Gölü) oluşturmuş. Hava yağmurlu olmasına rağmen arabalarına kanolarını bağlayan birçok aile gördük. Göl çok büyük olduğu için yelken, kano, dalış, yüzme ya da alabalık avı gibi birçok spor aktivitelerine tanıklık ediyor. Kasabaya geldiğimizde yağmur hala devam ediyordu. Marketten birşeyler alıp, göl kenarına gidecektik. Alışveriş sonrası göle gittiğimizde her tarafın sisle kaplı olduğunu gördük. Gölün keyfini çıkaramadan kaldığımız eve geri dönmek zorunda kaldık.


Welsh Cake dedikleri Gallerde yapılan tatlı bir atıştırmalıkları var. Ağır bir tatlı. Üzümlü keke benzer fakat daha yoğun çünkü içinde tereyağı var. Biz çok beğendik. Hatta eve gelirken bir paket daha aldık.

3.Gün
Pırıl pırıl güneşli bir sabaha uyandık. Hazırlanıp, küçük evimize veda ettik. 10 dakika sonra kaleye vardık.

Bodelwyn Castle & Park
İlk gün Conwye giderken yolda gördüğümüz bu kaleyi de görmeden dönmek istemedik. Bu kaleye yakın Gwrych Kalesini de giderseniz mutlaka görün. Dağın eteğinde bulunan Gwrych Kalesi de masal kitaplarından fırlamış gibi Hayaletleri ile ünlüymüş. Uğramadığımız için çok üzüldük. Zamanında Hitler Almanyasından kaçan Yahudiler bir süre konaklamışlar. Daha sonra yalnızlığa terkedilen bu yer zamanla harabeye dönüşmüş. Bir süre önce bir dernek ve otel olarak kullanmak isteyen şirket 600.000 pounda restorasyon çalışması yapmış fakat maliyeti nedeniyle yarıda bırakılmış. Biz bu yazıyı yazarken açık artırmada satışa çıktı (Mayıs 2018). Önümüzdeki günlerde yeni sahibi açıklanacak. Otel ruhsatı olduğu için muhtemelen otele dönüştürülecek.
Bu kalenin hemen yanında otel bulunuyor. Farklı deneyim yaşamak isteyenler orada da konaklayabilirler. Aslında burası 1460larda inşa edilen bir malikane. 1800lü yıllarda ise bugünkü halini alıyor. Müze olarak halka açılmadan son 200 sene Williams-Wynn ailesinin olan bir kale insanı biraz düşündürüyor. Acaba böyle bir kaleye sahip olsam ben napardım diye? Farzedin bir arkadaşınızı eve çağırıyorsunuz. Odaları bulmak bile problem

Bu kale I. Dünya Savaşında da önemli bir yere sahipmiş. Yaralı askerler için hastane olarak hizmet vermiş. Evin içindeki odalarda o tarihten kalan kişisel eşyaları da görmeniz mümkün.




Kahvaltımızı kalenin cafesinde yaptık. Eskiden şıp sevdi sakızlarının içinden çıkan yazılara benzer yazılar reçellerin içinden çıktı



Kalenin içine girmeden bahçesinde gezintiye çıktık. Kocaman bir bahçesi bulunuyor. İnsanlar piknik malzemelerini getirip bahçesinde piknik yapıyorlardı. Tabi mangal değil

Bahçede gezerken labirente denk geldik. Koca çam ağaçlarının arasında yolumuzu bulmaya çalışırken baya eğlendik. 40 dönümlük bu arazide tavşan yuvalarını, geyikleri de görebilirsiniz.

Ve muazzam şatoya sonunda giriyoruz. İçeriden birkaç fotoğraf paylaşmak istedim.

Yemek odası:


Çalışma odası:



Şatodaki yatak odaları:


Eskiden evlerde eğitim verildiği için, sınıfa çevrilen bir oda:

Birinci Dünya Savaşında kullanılan eşyalar, kıyafetler de kalede sergileniyor. Kıyafetleri giyip fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Güzel bir anı oldu


Bodnant Garden
Alices Harikalar Diyarını Gallerde bulduk. Bahçelere giriş 14.60 pound. Kendi otoparkı var ücretsiz. Sadece çok yokuş olduğu için motoru parkedecek yer bulmak sorun olabiliyor. Şimdiye kadar gördüğümüz en bakımlı, farklı cins çiçek ve ağaçların olduğu İngiliz Bahçesiydi. Buraya yarım gün ayırırsanız keyifli şekilde gezebilirsiniz. Bahçenin hemen girişinde yer alan bu tarihi ev maalesef ziyaretçilere açık değil.
200 yıllık ağaçların, zambaklarıni orkidelerin, açelyaların, ortancaların ve adını bilmediğimiz sayısız çiçeği içinde barındıran bu yerde kendimizi kaybettik. Her mevsim yeşil ve o mevsime özel olan çiçeklerin açtığı bu bahçe farklı zamanlarda yeniden ziyaret edilebilir.





Bahçenin arazisinde birden fazla gölet bulunuyor. Bazı göletlerdeki nilüferler açmaya başlamıştı.





Bahçenin çıkışında el yapımı eşyaların satıldığı küçük hediye dükkanları bulunuyor. Şayet arabanızla gelirseniz çiçek, ağaç fidesi, bahçe için çok sevimli dekoratif eşyalar satın alabilirsiniz.
Bahçenin girişinde bulunan cafeye çıkışta oturup birşeyler yedik. Sıcak yemek olarak geçen et yemeğini mutlaka yiyin. Bizim güvece benziyor. Patates ve etten oluşan bu yemek oldukça lezzetli. Galler koyunları ve inekleri ile meşhur olduğu için mutlaka gelmişken etlerinden tadın.
Llanrwst
Bodnantdan 15 dakika sonra karşımıza burası çıktı. Galler fotoğraflarında sıkça rastlayacağınız küçük, sevimli, tarihi köy. Betws-y-Coed ve Llandudno arasında yer alan Llanrwst, Conwy Vadisindeki tarihi bir kasaba aslında. 15. yy dan kalma bu ev çay kahve içebileceğiniz bir yer olarak şuan işletiliyor.
Tu Hwnt ir Bont

3 kemerli bu taş köprünün ise yine 16. yy zamanında ünlü bir mimar tarafından yapıldığı düşünülüyor. Sadece bu fotoğrafı çekmek için bile gezginlerin uğradığı bir yer burası. İnanmayacaksınız ama rotamızda burası yoktu. Gerçekten denk geldi bize de keyifli manzaranın tadını çıkarıp, fotoğrafla anılarımıza eklemek kaldı.




Betws-y-coed
Betws-y-coed üç nehir vadisinin (Llugwy, Conwy ve Lledr) buluştuğu yerde ve Gwydyr Ormanının kenarında yer alan, tüm Kuzey Gallerdeki kasabaları özetleyen harika bir tatil kasabası. Snowdoniayı keşfetmek için mükemmel bir başlangıç noktası. İnsanlar eski taş evlerini küçük otellere çevirmişler. Siyah taşlardan yapılan bu köy evlerinin bahçelerinde rengarenk çiçeklerle donatmışlar. Havanın da güzel olmasıyla motorcular bu köye akın etmişlerdi.
Ufak bir mola verip, kasabayı keşfe çıktık.

Otoparka bu eski Triumpha da denk geldik. Fotoğrafını çekmeden ayrılmak istemedik.







Snowdonia National Park
Gallerin kuzey kesiminde yer alan ve 2170 kilometrekarelik bir alanı kaplayan doğal bir park burası. Galler de bulunan 3 parktan en büyüğü. 1951de kurulmuş ve Gallerin en yüksek zirvesi olan Snowdon dağının eteklerinin etrafında yer alıyor. Galcede Eryri yani Kartalların yeri olarak tercüme edilir. Hala birçok insan Milli parkın topraklarının içinde kalan kasabalarda kalıcı olarak yaşamaktadır. Vahşi manzaları, tarihin içine gömülü kasabaları ile görülmeye değer rotalar arasında.
Motorcular, dağcılar, bisikletçiler ve trecking yapanlar için harika patikaların olduğu, turistlerin uğrak noktalarından birisi Snowdonun çevresi. Yolda çok fazla motor ve bisiklet kullananlarla karşılaştık. Kuş bilimciler de farklı kuşları fotoğraflamak için geziye çıkmışlardı. Ucu bucağı olmayan meralar, yüzyıllık çam, meşe ve fındık ağaçları, her ormanın arasından çıkan şelaleri ve gölleri inanın göz kamaştıyor. Kuzular, koyunlar, mutlu inekleri her dakika, her yerde görebilirsiniz. Her baktığınız noktada yeni şeyler keşfediyorsunuz.
Parkın içinde eğlence parkları da var. Açık hava aktivitelerini çok seviyorlar. Vaktiniz olursa mesela Zip Worlde uğrayabilirsiniz.
Hava sonunda düzelmişti. Dron uçurmak için son kez parkın içinden geçmeye karar verdik. Parktan geçerken son derece dikkatli olmalısınız çünkü her an her yerden koyunlar, kuzular çıkabiliyor. Hatta yolda gezenlere bile denk geldik.
Bu nefes kesici manzaralara veda etmek hiç kolay olmadı.





Yaklaşık 5 saat süren bir yolculuğun ardından Londraya vardık. Toplamda 1100 km yol yapmışız. Yorucu fakat çok farklı hazlar yaşadığımız bir rota oldu.
Biraz da olsa oraları size aktarabildiysem, size oraları yaşatabildiysem ne mutlu bana. Bir sonraki gezide görüşmek dileğiyle, keyifli sürüşler..