30 Nisan - 20 Mayıs tarihleri arasında yaptığım Antik Kentler gezimin önceki bölümlerine aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz.

http://www.motosiklet.net/forum/etki...si-s02e01.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...-babakale.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...ale-izmir.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...mir-aydin.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...in-akyaka.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...aka-datca.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...a-fethiye.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...thiye-kas.html
http://www.motosiklet.net/forum/etki...s-olympos.html

--

Sabah uyanınca çadırı toplamaya başladım, Olympos'ta zaman geçirmenin mantığı yok çünkü bomboş. Sağolsun kamp alanı işletmecileri kahvaltılarına beni de ortak ettiler. Olympos'tan çıktıktan sonra Antalya içine girmeyip Side'ye doğru gitmeye karar verdim. Yolumun üzerinde Aspendos Antik Kenti de var, planım önce orayı görmek. Antik kente ulaşım çok kolay, Antalya'dan Manavgat'a doğru giderken D400 karayoluna 4km mesafede.

Aspendos görece kalabalık, en çok ilgiyi elbette büyük ve muhteşem tiyatrosu çekiyor. Anadolu'nun en büyüğü olduğu söylenen tiyatronun restorasyonunda kullandıkları taşların rengi biraz sırıtıyor gibi ama herhalde bir bildikleri vardır. Restorasyon mu yoksa gerçekten bunca yıl ayakta kalmış mı bilemiyorum ama sahne binasının ve oturma sıralarının üzerindeki kemerli koridorların sapasağlam olması harika! Bir kaç yıl öncesine kadar antik tiyatroda konserler, etkinlikler düzenlenebiliyordu, hala devam ediyor mu bilemiyorum ama ben yapıya zarar vereceğini düşündüğüm için açıkçası istemem. Tiyatroda çok fazla insan fotoğraf çekmeye çalıştığı ve adamın biri sürekli çocuğuna tiyatronun aşağısından yukarısından her yerinden seslenip sinirimi bozduğu için hızlı gezip, fotoğraf ve video çekip çıktım. Antalya'nın sıcağında taştan yapılma bir tiyatroda güneşin altında kalmak zaten yeterince zorlu.






Antik kentin tiyatro dışında da önemli yerleri olmasına insanlar genelde sadece tiyatroyu biliyor ya da geziyor. Ben önce tiyatro tepesi denen tepeye çıkıp tiyatroyu yukarıdan da gördüm sonra da stadyuma gittim. Stadyum olduğu zor anlaşılan yapı çok büyük ve zaman içerisinde çok zarar görmüş, tamamen otlar içinde kalmış ve herhangi bir kazı/restorasyon çalışması da yok.





Stadyum sonrasında tiyatro tepesindeki agorayı, devasa anıtsal çeşmeyi ve bazilika kalıntılarını gezdim. Bazilika kale gibi göründüğü için yerel kalk kale diyor.











Bazilikanın yanından, anıtsal çeşmenin su kemerlerinin yanından şehre su getiren kemerli yapıları yukarıdan gördüm.



Bu sırada işyerinden bir arkadaşımın bilgilendirmesiyle ve merakıma yenilmemle kemerli yapıların yanına kadar indim. Yerel halk hapishane diyor. Tünel girişine yaklaşınca çok kötü bir koku ve inanılmaz tiz bir uğultu başladı, evet yarasalar. Girişe kadar gelip video kaydettim ama koku bir süre sonra dayanılmaz hale geldiği için uzaklaştım. Kafamda kask, üzerimde uzun kollu bir kıyafet olsaydı girmekten de çekinmezdim sanırım Tünelin aşağısından yürüyüp tekrar antik kent girişine döndüm ve Side'ye doğru yola çıktım.

Sesi açmayı unutmayın

https://gurcanozturk.com/wp-content/...ndos-tunel.mp4

Side'ye gelince saçma bir şekilde antik kent girişinden otoparka yönlendirildim. Motosikleti otoparka bırakıp botlarımı değiştirdikten sonra şehre doğru yürümeye başladım. Side, etrafı çevrili bir antik kentten çok antik kentin üzerine yapılmış bir alışveriş merkezi gibi. Hamamın yanına bujiteri açılmış, agoranın yanında plaj var, Apollon Tapınağı'nın yanında ise restoran var. Her ne kadar bölgedeki bazı binaları yıkıyor olsalar da, bazı alanlarda kurtarma kazıları yapıyor olsalar da yeni yapılan inşaatlar da var. Antik kent olmaktan çıkmış bir AVM haline dönmüş, bazı dükkanlar antik yapıların üzerine yapılmış, cam zeminden görebiliyorsunuz. Bu arada şehir çok kalabalıktı, çoğunlukla İngiliz ve Rus yaşlı turistlerle doluydu.





Antik kentte Apollon Tapınağı, tiyatro, hamam yapıları, bazilikalar, sütunlu cadde, şehir duvarları gibi yapılar çok sağlam şekilde kalmış. Offline haritalar sayesinde, hava sıcak olsa da Side'nin tüm sokaklarını, turistlerden de sıyrılarak gezebildim. Şehrin en ilgi çeken yapısı, ayakta kalmış 4 sütunu ile deniz kenarındaki Apollon Tapınağı. Gerçekten çok fotojenik bir yapı, arkasındaki deniz manzarası ile birlikte çok güzel fotoğraflar çıkabiliyor.





















Side'yi gezerken bir çok yapı uzaktan görülebiliyor, bazı alanlar da kazı/restorasyon çalışmaları sebebiyle gezilemiyor.



Side Müzesi'nin girişindeki uzun kuyruğa girdim ancak sonra vazgeçtim. Çünkü turnike olmadığı için tek tek kontrol var Müzekart olsa dahi, bilet kesen, para alan, kart kontrolü yapan, kart satan tek kişi vardı o an, haliyle sıra uzamışta uzamış.

Günün yorgunluğu da bastırınca kendime kalacak bir kamp alanı aramaya başladım. Haritalara bakıldığında Side etrafında yakınlarda çok fazla kamp alanı yoktu, ben de daha geziye çıkmadan önce planladığım, belediyenin kamp/mesire alanına gittim ama kapıdaki güvenlik içeriyi bir yerleri aradı ve yer olmadığını söyledi. 1 çadırlık bile yer kalmamış, muhtemelen plaja çok yakın olduğu içindir diye düşündüm ya da beni istemiyorlardı Dışarıdan bakıldığında da mesire alanı büyük bir mangal dumanı altındaydı.

Mesire alanında yer bulamayınca haritada tam da antik kent girişinde bir pansiyon/kamp alanı olduğunu buldum. Alan ilginç bir şekilde binalar arasında bir kaç apart ev, bir kaç bungalov, bir kaç karavan alanı ve sadece 2 (yazıyla iki) çadırlık bir alandı, ben de fiyatının uygunluğu ve merkeze yakınlığı sebebiyle o 2 çadırlık alandan birine yerleştim.

Bu mini mini kamp alanının duşu, tuvaleti biraz eski olsa da, benim için, tek gece sadece uyumak için yeterliydi. Genel olarak rahat ettim, sessiz ve sakin. Yemek sorununu da biraz yürüme mesafesinde bir kebapçı da çözdüm. Gece hafif yağmur atıştırdı bu yüzden çadır dışında çok fazla kalmadım ama yağmur ıslatmasa da nem arttı.

Olympos - Side rotam;