Aslında dörtnala giden atlara olan özlemi gidermektir yapılan. Yer çekimi ve rüzgar ile kurulan bir diyalogdur. Nal seslerini hissetmek için iki tekeri iki pistonla döndürmektir.

Biniş ve iniş hareketi binlerce yıllık bir geni canlandırır iliklerde. Rüzgar her yanınızdan sarar sarmalar sizi, yeryüzündeki maceramızı onaylar. “Sen rüzgar ben de yaprak estikçe savrulmuşum” der birisi,”Rüzgar okşa onun saçlarını benim yerime Fısılda kulağına sevdiğimi” der Göksel. “Gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar ” der beriki.

Dizginleri tutar gibi tutarsınız gidonu. Her yolculuk bir tercihtir. Hayatta kalmayı ustaca ve bilgece ve çocukça seçmektir. Saniyelik milimetrik cambazlıklar ile gözlerdeki ışığın frekansı ayarlanır. Bu titiz çalışma paketlenir ki, gün bitmeden insan ırkına sunulacaktır.*

Ve uzun yolda hız göstergesi üç (rakamla 3) haneli sayıları göstermeye başlayınca, bir ses fısıldar “aç kollarını kanat olacaklar bakkk!” İçgüdüsel olarak hissedilen; bu çağrının masalsı bir gerçek olduğudur. Bu duygu benliği kaplar. Aklın sesi ve madde dünyasında kalma çekimi, ağır basar; dizginleri bırakmayız. Bazen, çok nadir olarak, içimizden bazıları zayıf düşer ve bu fısıltıya teslim olur; açar kollarını, kuş tüyü bir geçiş yapar diğer tarafa, ahh. Kadim zaman samuraylarının tek duası “hızlı ölüm” ; kabul olmuştur. Bir katana parıldar; koparır damarları hayattan, bir atlı yakalar kolundan, sarmalar ve komut verir: “değiştirin kostümlerini, kumaş aynı kalsın, dikin yenisini parlak kırmızıdan” dan dan dannnnn (sözcük eko yaptı, heyecandan) .

Yoldaki çizgiler zamandaki küçük “an” ların önemine sesli göndermeler yapar. Yol anlatırken masallar masalını, küçük bir parmak hareketi ile zamanı yavaşlatır, kirpiklerinizi uzatırsınız. Kelebekler yada sair kanatlılar bu estetik çekime dayanamaz, kaska çarparak kendini feda eder. “Hayat neye değer ?” sorusunun cevabını, hayatını sunarak aktarır sizei şeffaf kanatlılar. Bu bilgi Ahh ile eyvallah ile karşılanır, hayata dair bir bilinç seviyesi daha aşılır. Otobüslerin ve araçların yanından geçerken zzzzzzzııııınnnnnnnnn efektini bilerek yaparsınız. Ses ışıktan daha yavaş olduğundan, görünmez olursunuz refleksi yavaş tipler için. Ve bazen rüyadaki genç ruhlara işaret çakarsınız. Zzzzıııınnnnn sesi zamannnnnnnnn diye çevrilir yaralı kalplere…

Dört zamanlı motor pistonları çarpar altınızda, dakikada sekkizbin kere. Bu çarpıntı sesle kuşatır varlığı yokluğu,,, varlığı yokluğu… varlığııı.. Yokluğu…. var… yok… var… yok.. Var olmanın sınır noktasını bulmaya ramak kalır, damak tadı level atlar, tüm bunları bir çift bakış, sahibine ulaştırmak için özenle saklar.

Mitolojik bir yanı vardır. Eros dan yansımalı erotik bir koku. Racing motorlarda bu durumu saklayamazsınız da.. Fizik bedenin aldığı şekil bu ne yapsın. Ahh evet hepimiz korunmalıyız, yani nazardan.. Yan bakanın gözü çıksın… “façan yansın” “ayakkabın eskisin” gibi sevimli takılmalar yapar tombul kadınlar. Kaskın camını açar 3/4 gülüşü ile ödeme yaparsınız. Bu halinizle ballı kaymaksınız. Ayol sizde çok şugarsınız…

“Tehlikeli bu” uyarısı yapılır, yerel halk ve tanış tipler tarafından, aynı gün balkondan düşüp ölen insanı uyaran olmamıştır. Tehlikeli evet, riskli evet, ama bilmezler asıl tehlikenin ne olduğunu; sevmeden gökyüzünü toprak olmak… Ayışığına şiir yazamamak… Kalbinizle düşünememek… bir bakış bir yanış tasarımı çizmemek… içinizdeki nar ı gümüş döküm ile sunacak insanı bulamamak.. Lacivert Kuğu ile gülüşememek…. Buzdan bir kalede yaşayan kalplerin, orada öylece donup kalmasıdır tehlike.

Sanılanın aksine heyecan ve tehlike aramazsınız; seçtiğiniz lezzetin yanında sunulan küçük lokumlardır onlar. Koro neva ile girer : “At ağzına abicim at”. Mmm misssss..

Bazen sürü halinde çıkarsınız tura, yola, akmaya. Dört tekerli oluşumlar yanınızdan geçer geriye doğru, içeride havasızlıktan bunalmış tipler gıpta ile bakar, düşünce balonunda “Hey Allah ım ne değişik insanlar yaratıyorsun, bak bak, şunun yaptığına bak” yazısı çıkar, oysaki Candan Erçetin olsa; ” sen onlara iyi bak Tanrım sevdalı kullarına” diye şarkı yapardı.

Zaten yaptı onu diye, uyarır reji.

“Rüzgar dolaş onun etrafında dön gel bana getir bıraktığı nefesi ” diyor gözleri rimelli.

Ve bir bakış yapıştırır egzozunuza beyaz arabadan tırnakları ojeli.

Kırmızı ışıkta start çizgisine geçersiniz aralardan, tırnaklarını yer kel adamlar ve alt dudağını ısırır yanındaki zilli.

Sakin ve ivmeli kalkarsınız yeşil ışıkta, ne var bunda canım gülüyoruz, evet niyetimiz belli……

Düşersiniz illa ki. Düşmeden olmaz. Hatta düşmeyen kalmaz. Bazen açılır paraşüt bazen açılmaz. Düşünce anlarsınız etten ve kemikten olduğunuzu. Yeryüzüne düşmenin bilgisi kılcallarda patlar. Mizacınıza göre pay alırsınız düşmelerden, kırıklar çizikler çatlaklar…. ( yüzyıllar sonra çocuklar sizi bu yüzden sevecektir; “kırık lan bu abi seviyom onu” yada ” çatlak bu adam ama sevimli çok” cümleleri kurulacaktır). Ve düşerken bir kapışma olur, bulutüstü kuvvetleri sizi korumaya alır. Sürtünme kuvvetini hep haz ile yaşayan tiplere, asfaltta açtığı ekranda acı da verdiğini gösterir, hatta kemiklerinize yazar bu gerçeği, gözleri yeşil yaratık. Sonra kalkarsınız ve gökyüzüne bakarsınız teşekkür ile şükür ile hamd ile.

Şehre girersniz küçük viteslerle ve pom pom pom sesleri bakışları üzerinize çeker, kaskın camını açarsınız, gözlerinizdeki ışığı ölümlüler de görsün istersiniz (* lı paket ) ama pek azı buna odaklanır, çoğunluk cihazın şekline ve rengine takılır, o estetik tasarımı takip eder bakışlar. Kafaların hafif hareketi ve kaburgaların içindeki küçük ritim değişikliği ile bu varoluş tarzını onaylar.

Kaldırımda bir serçe görürsünüz, kafa dikey eksende saat yönünün tersine dönerek bir nefes boyunca takip eder. Kaskın bu dönüşünü fark eden serçenin içinde bir sevinç patlaması olur. “Oooo, vuuuu, hımmm, ah! ” ile takılır sanrıya. Sağ elin serçe parmağı fren pedalına hafif dokunarak kırmızı ışık yakar, aynı saniyede çıkarırsınız sanrıdan yürüyen geometriyi; “aynı etkiyi ben de yaparım daha yüksek topuklu giyersem” diye düşünür.

A şaşkın, fizik etki değil ki bu, metafizik akıyor.. Offf, yeni modellerde sezgi sensörü hep aksıyor…

Kimi zaman pilyon# olmak ister size kıvırcık yada düz saçlılar, “olmaz düşersin” diye atlatırsınız. Sizinle düşmeye razı olanlar ısrar eder. Ve binmeden gözlerine bakarsınız. Güvenli ikonu tam diş yanarsa sağ el hareketi ile onaylanır. İkili delilik aheste ve civcivli başlatılır. Pilyon varken güvenli modda sürersiniz, iğne oyası gibi nazenin ve turnalar gibi kararlı. İki teker, iki piston ve iki deli…. Yolu açar mavili ekip ne de olsa bunlar yeryüzünün nar tanesi…

Bahçeye girersiniz yada kampüse; sekkiz kilometre yarıçaplı halkanın içindeki tüm sevdalı kalpler sesle kendilerini akort eder, pom pom pom pom…

İsim verirsiniz motorunuza ; Leyla , Sevda, Hayat, Aşk, Gül, insan olmanın beş şartından biri nesnelere isim vermektir .

Zamanda yolculuk yapan bir Aziz bunu size bildirecektir.

Cihaz bahçede beklerken müşteri bulur kendine oysa her gerçek aşk gibi satılık değildir. Bazen insanlar gelir fotoğraf çeker motorla; bir güzellik bir güzellikle buluşmuştur arşiv değeri vardır, ama asıl olan bir güzelliğin güçle buluşmasıdır. Ve en eşsiz olan güzelliğin derinlikle buluşmasıdır.

(#pilyon; arkadaki yolcu; artçı.)

Kapanışı koro yapar.. Nihavent ile:



Bu bir yol masalıdır..

Cihazlar da cümleler de bahanedir.

Yolu Aşk a çıkan faniler için gökyüzü bulunmaz hint kumaşıdır.

Bilinen tek gerçek; kim ki unutmak için yollara düşer, Sevdalıdır.