Hep motosikletçi gözüyle yazıyorum, bu hafta da bir kafesçi bizi nasıl görüyor onu anlatayım. Şimdi kafesçi ne demek? Kuş ürünleri satan insanlar değil elbette. Kafesçi tabiri daha çok yurt dışındaki motosiklet kullanıcıları jargonunda popüler olan ‘cager’ kelimesinin Türkçeleşmiş hali.


Yani otomobil sürücüsü demek. Bir kafesin içinde yolculuk yapan insanlar bizim için ne ifade ediyor, sanırım hepimiz arada bir düşünüyoruz. Ama onlar bizim hakkımızda neler düşünüyor hiç biliyor muyuz?

Bir kere ‘ben motosiklet kullanıyorum’ deyince o an çevrenizdeki pek çok insanın ilk algıladığı şey özgürlük düşkünü, kural tanımaz bir yapınız olduğu gibi bir şeydir. Bazılarına göre serseri işi bile oluyor. Hatta ilk yazılarımdan birinde bahsettiğim bir yaşlı teyzenin trafikte beni durdurup ta ‘Hiç yakışıyo mu, yazık yazık ne güzel kızsın, neden biniyosun buna? nıç nıç nıç?’ deyişini hatırlatmak isterim. Evet, ne yazık ki özellikle kafesçi insanlar bizi böyle görme eğilimindeler. Ama neden? Pek çoğumuz, aile fertlerinden şu diyaloga şahit olmuştur; ‘Otobanda giderken yanımdan şimşek gibi bir motor geçti, sesinden, hızından aklım tavana vurdu. Asla seni öyle bir şeye bindirmem!!’ Üzülerek söylüyorum ki beni bile şeşi beş baktıracak kadar hızla, yanımdan fırlayıp geçen, üstelik kask takmayan ve işin kötüsü özgür olduğunu düşünen kuşlar var aramızda. Elbette kurunun yanında yaş da yanıyor. Onların bu tavırları yüzünden pek çoğumuz serseri damgasını yerken motosiklete heves eden pek çok insan da bu damgayı yememek için kafesinde oturup, dışarıda dolanan bizim gibi kuşları izlemeyi tercih ediyor.

KAFESİN İÇİ

Mesela kafesinize kurulmuş, bir müzik açmış gidiyorsunuz. Trafik sıkışıyor ve tıngır mıngır gitmeye çalışırken aynada trafiğin içinde yılan gibi kıvrıla kıvrıla gelen motosikleti görüyorsunuz. Siz orada kös kös oturup beklerken, tırıl tırıl yanınızdan geçip gitmesi elbette bir kıskançlık vesilesi oluyor. Üstelik her taraflarında afilli aksesuarlar olan kıyafetler, pilot misali kasklar kafalarında, uçacakmış gibi duran motosikletleri de altlarında. Eminim pek çok insan böyle durumlarda ‘Bir delilik yapıp alacağım şu aletlerden bi tane’ demiştir. En azından içinden söylemiştir yahu. Peki sonra düşünmeye başlayınca, insanoğlunun en temel dürtülerinden biri devreye giriyor. Korku! Pek çok yerde duyduğu ‘Şeytan icadı makine, kaportası sensin’ diye tehlike uyarıları yapılan, ama gerçekte o makinenin ikitekerin üzerinde nasıl gittiğine dair en ufak fikri bile olmayan insan korkuyor. Korkulan şey kötüdür. Kötüyse hiç bulaşılmamalıdır, hatta bulaşanlar da o riski göze aldıklarına göre ne halleri varsa göreceklerdir. Eh o zaman ben de o ‘çılgınlığa’ alet olmamalıyım diyerek bu hayali unutmaya çalışmak en doğrusudur. Canımızı pazarda bulmadık değil mi?

Ne fena değil mi? Trafikte her gün iç içe olduğumuz insanlar aslında evine varıp da koltuğa yayılınca, bizden hiçbir farkları yok. Bazen motosikletimle trafikte seyrederken beni görüp gülümseyerek bana yol veren insanlar görüyorum. Onlar sayesinde de hala trafiğe çıkmaya cesaret ediyorum. Ama tam aksine trafikte biz motorumuzun kanatlarını çırparken bazıları kafeslerinden kötü kötü bize bakıyorlar. Böyle olmamalı. Benim gözümün içine bakarak üstüme süren, aynalarına bakmadan kapısını açan, ‘Ne işin var şeritte, kenardan gitsene’ diyerek beni yoldan kovan kafesçiler oluyor. Tıpkı pencerenin kenarına konan kuşları kovalıyor gibi hissettiklerini düşünüyorum.

KAFESİN DIŞI

Sevgili kafesçi dostlarım, öncelikle şunu bilin ki tüm motosiklet kullanıcıları tahmin ettiğinizden çok daha kırılgandır. Neden mi? Eğer bir kaza olursa illa ki bir yerimiz kırılır. Ucuz atlatırsak, kafes gibi bir koruyucumuz olmadığı için canımıza kast edilmiş gibi gelir, gururumuz kırılır. Bir kuş kadar narin olduğumuz aklınızdan hiç çıkmazsa biz de kendimizi ‘çılgın’ gibi hissetmeyiz.

Bizi anlamanız için bir örnek vereyim, trafik sıkışıkken neden motosikletler illa ki bir şekilde ilerlemek mecburiyeti duyar? Hiç düşündünüz mü niye yerinde duramıyor bunlar? Elbette tabakhane ile bi alakamız yok. Durum tamamen ‘fırın etkisi’ ile alakalı. Yani normalde giderken bizi koruyan kıyafetler, kask, bot, trafikte durunca fırın gibi ısıtıyor içeriyi. Üstelik altınızda 100-110 dereceye çıkmış bir soba yanıyor. 10 km/s hızla bile gitmek bu etkiyi azaltıyor. Peki ne yapmak lazım? Pek çok Avrupa ülkesinde gayrı resmi bir kural var. Trafik sıkışınca sol şerit ile orta şerit arasında motosikletler için koridor açılır. Yani bu özgür kuşlar için yol açmak hem kafesçilerin bir sağından, bir solundan geçilmesine engel olur hem de bu kuşlar giysilerin içinde pişip yahni olmazlar. Bu bir örnekti sadece ama kafesçi dostlarımızın bir motosiklet kullanıcısına özen göstermesi, belki ertesi gün kendisini de kafesinden çıkarabilecek bir trafik için ilk ve en önemli adım. Bence hemen başlayın. Yarın bir motosiklete yol verin. Kısa sürede kanatlarını çırparak kaybolup gidecektir. Ama içinden ‘Ben çılgın değilim’ diyerek.

Yarım asırlık Shell-Ferrari ortaklığında devam kararı

Shell ile Ferrari, 2006 yılında son bulacak olan teknik ortaklık anlaşmasını beş yıl daha uzatma kararı aldı. Ortaklığın uzatılmasını içeren sözleşme, 24 Nisan 2005 tarihinde Imola’da yapılan San Marino Grand Prix yarışları sırasında Ferrari Başkanı ve CEO’su Luca Di Montezemolo, Ferrari Murahhas Azası Jean Todt ile Shell İmalat, Satış ve Pazarlama CEO’su Rob Routs arasında imzalandı. Anlaşma, Shell’in Ferrari’ye, gerek yol amaçlı araçları, gerekse Formula 1 yarış operasyonları için sağlayacağı yakıt ve madeni yağlarla ilgili satış koşullarını içeriyor. Ferrari ve Shell ortaklığı Ferrari’nin Formula 1 yarışlarına ilk kez katıldığı 1950 yılından bu yana devam ediyor. Bu dönemde Shell ile Ferrari 363 Formula 1 yarışına katıldılar ve bunların 126’sını kazandılar. Shell Grubu, her yıl Ferrari 1 ekibi için 250 bin litre yakıt harmanlıyor.

Ayşe Şule BİlGİÇ