Çok nadir rastlanacak bir olay olup 1 Mayısta şirket olarak tatil yapma karırı alınca beni sardı bir gezi programı arayışı. İlk önce 3 günlük uzun soluklu bir gezi programı vardı gündemde ama sonra havanın yağışlı olacağı netleşince programı kısaltıp bir günlük hale getirdim.
Sabah 8’e doğru evden çıkıp 130 geçmeyen bir hızla tasarruf yapmaya çalışarak eski hisarda kalmakta olan bir feribota son anda biniyorum. Adettendir ya feribotta motorun fotoğrafı çekilmezse olmaz.
Not: Fotoğrafların üzerine tıklayınca daha yüksek çözünürlüklü olanları açılıyor.
Feribottan indikten sonra Karamürsel istikametine devam edip Altınova’nın içinden Boyalıca oradan da ver elini İznik. Altınova Boyalıca arası ağaçlık bol virajlı inişli çıkışlı bir yol. Asfalt kalitesi fena sayılmaz.
Boyalıca İznik arası göl kenarından giden sağlı sollu meyve bahçeleriyle kaplı geniş güzel bir yol. Tek tabanca gezileri sevmenin kötü yanlarından birisi artçı olmayınca yol fotoğrafı pek olmuyor. Bir diğeri de kendi fotoğrafın olmuyor
Öğleden sonra havanın bozacağını bildiğim ve gezi programı biraz yoğun olduğu için fazla durduğum yerlerde fazla oyalanmamaya çalıyorum. İlerleyen satırlarda bu çabamın ne kadar yerinde olduğunu göreceğiz.
“Lefke kapı” İznik’in doğuya açılan kapısı. İmparator Adrianus (117-138) zamanında yapılmış.
360° panaroma.
Ardından yeşil cami
Bu velet Alper dedesi yeşil caminin görevlisiymiş. Sağ olsun kısada olsa bana rehberlik etti.
Bugün müze olarak kullanılan bu çok değerli ve önemli yapı 1388 yılında I. Murat tarafından annesi Nilüfer Hatun anısına inşa ettirilmiş. 19. yüzyılın sonlarına kadar imaret işlerini sürdüren yapı Kurtuluş Savaşı'nda Yunan işgali esnasında büyük ölçüde tahrip olmuş. Cumhuriyet döneminde 1960'lı yıllara kadar depo olarak kullanılmış. 1960 yılında restore edilen Nilüfer Hatun İmareti aynı yılın ağustos ayında müze olarak halkın hizmetine açılmış.
İmaret yada imarethane eski zamanlarda yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuş hayır kurumu anlamına geliyormuş.
İznik gölü
Bu panaromik pek tutmadı ama hiç yoktan iyidir
İznik’ten sonra olarak ta Sultan hamam
İznik’ten yola çıkıp Yenişehir üzerinden Kestele ve oradan da Saitabat şelalesine doğru koyuluyorum. Kestel kavşağından içeri doğru girip bursa çimentonun tabelalarını yada çimento kamyonları izleyerek Bursa çimento fabrikasına kadar rahatça gidiliyor. Fabrikayı geçtikten sonra tabelalarının desteğinin devamıyla sağa dönüp 2 km daha devam edince Derekızık köyüne oradan da3 km sonra Saitabat şelalesine ulaşan yolun tamamı asfalt ve oldukça keyifli.
Şelalenin devamında akarsuyun kenarında birçok tesis var hepside çok güzeller. Alabalık ve her türlü ızgara çeşitleri mevcutmuş. Şelaleye gelirken canım iskender çektiğinden burada bir şey yemeden Bursa ya devam ediyorum. Bu sebeple fiyat bilgisi veremeyeceğim.
İşte canımın çektiği ve bahsi geçen iskender kebap.
Bursa’yı hiç bilmediğim ve havanın kapamaya başlamasından dolayı küçük bir Bursa turunun ardından ilk gördüğüm lokantaya açlıktan gözü kararmış bir şekilde dalıyorum.
Bursa’dan ayrılıp Gölyazı’ya doğru giderken Bursa çıkışında odometre 270 km’yi gösteriyor. Mecidiyeköy’den çıkarken depoyu tam doldurmuştum burada da tam dolduruyorum ve 11,5 litre alıyor (34 tl). Gölyazıya çok yaklaşmışken yağmur kapayan hava birkaç damlayla kendini hatırlatmaya başlıyor.
Antik adı Apollonia olan Gölyazı M.Ö. I. yüzyıldan itibaren bilinen bir yerleşim yeriymiş. Yerleşim Roma döneminden sonra Bizans döneminde de devam etmiş. 14. yüzyılın başında Selçuklu ve Osmanlı akınlarından korkup İznik ve Bursa'dan kaçan Hıristiyanlar buraya sığınmışlar.
Gölyazıya girip ilk önce görülebilecek yerleri motorla keşfe çıkıyorum. Sonra birkaç fotoğraf.
Göle doğru uzanan yarımada ile asıl köyün bulunduğu ada arasında yer alan köprü (fazer'ın üzerinde poz verdiği köprü), yakın zamanlara kadar ahşapmış. Akşam olduğunda kapılar kapatılıp köprü, şato girişleri gibi kapatılırmış.
Bugün ise Gölyazılılar geçimini balıkçılık ve zeytincilikten elde ediyormuş.
Göl kenarında çay bahçesinde küçük bir mola vermişken yağmur varlığını iyice dile getiriyor.
Sonrasında açan güneşle gökkuşağı çıkıyor.
Gölyazının girişinde beni karşılayan aya konstantin kilisesisininyapımına 19. yüzyılda yörede yaşayan rumlar tarafından başlanmış, ancak bitirilemeden mübadele nedeniyle inşaatı yarım kalmıştır.
daha sonraki yıllarda yıldırım düşmesi sonucu geçirdiği yangında çatısı da yanmıştır.
Kilise restore edilip kültür merkezi yapma projeleri var. Projenin 3B bir fotoğrafı olan afiş asmışlar kilisenin üzerine. Ben 7-8 sene önce bir gezide daha gitmiştim Gölyazıya, ozamanlar kilise içerisinde koyunlar geziyordu. O zamanla günümüz arasında tek fark biraz daha temizlenmiş ve afişlerin asılmış olması. Diaları bulursam tarayıp eski hallerinide siteye eklerim.
Gölyazıdan ayrılıp Zeytinbağına (tirilye) doğru yola koyuluyorum 40 km civarında bir yolum var. Fakat daha ilk kilometrelerindeyken benim hafife aldığım yağmur iyice kendini gösterip ufak çisentilerden gök gürültülü sağanak yağışa dönüyor. Dediğim gibi kendisini hafife aldığım için yanıma almadığım evde beni bekleyen yağmurluğum ve su geçirmez çizmelerimi sevgiyle anıyorum. Tam bu duygusal anlar yaşanırken ilk önce sidi vertigo air su koyuvermeye başlıyor. Ardından deri montum onu izliyor. Bunlar beklediğim hareketlerdi ve beni üzmediler. Beni en çok yaralayan revit pantolonumun su geçirmesiydi. Tirilye’ye vardığımda yağmur hala devam ettiği için durmadan küçük bir tur atıp Mudanya’ya devam edip feribotun kalkış saatinden 1.5 saat önce Mudanya ya varıp şans eseri yanımda olan kuru giysilerle üzerimi değiştiriyorum.
Feribotta kös kös oturmaktan sıkılmanın sonucu denemeler.
Neyse ki İstanbul’a vardığımda yağmur dinmişti.