Uzun bir yol hikayesi; Kazdağlarının etekleri: EPiSODE-7

Yalova Motofestivalini tadı damağımızda geride bırakıp, İstanbul’un silüetine de sadece uzaklardan bakıp, rotayı geldiğimiz tarafa geri çevirip Kazdağlarının yolunu tuttuk. Çünkü ben festivaldeyken kardeşim ailece Küçükkuyu taraflarına çadır tatiline gelmiş…






Yol üzerinde yine motosiklet kültürünün harmanladığı bir dost ziyareti yaptım ve Gemlik’e bağlı Umurbey’de bir aileyi ziyaret ettim. Aynı zamanda da Celal Bayar müzesini kısa bir fotoğraflama şansı buldum… Gök ailesine teşekkürler, bana rehberlik eden Mehmet ağabeyime de…




Bu müzeyi daha detaylı gezmek dileğiyle ileriki tarihlerde gelmek üzere gezi programıma aldım, bakalım ne zaman kısmet olacak…


Geze geze yolların ve virajların tadını çıkara çıkara Havran üzerinden Edremit, Akçay derken akşam saatlerinde Küçükkuyu Assos yolu üzerindeki Ayışığı kampinge vardım. İşte aile saadeti…


Neredeyse her akşam, o yörenin zıpkıncısı Aycan kardeşimin getirdiği balıkları mangal keyfiyle mideye indirdik. Doğal ortamda iştah daha bir açılıyor sanki… Aslında benim iştah hep açıktır ya, laf olsun diye dedim…






Sonraki birkaç günde bedensel dinlenmeye çekildim, deniz ve güneşi tembel tatilciler gibi yiyip içip yatarak içime sindirdim. Arada birkaç kere de kendi icadımız yelkenli botla deniz sefası yaptık… Fena olmadı yani…






Motosikletin üzerinde bir kere yola çıktın mı bir daha inesin gelmiyor, ben de 2 gün sabredebildim ve kendimi attım Kazdağları’nın kıvrık yollarına… Çam ağaçları ve masmavi gökyüzünde bana eşlik eden bembeyaz bulutların arasına… Gündüz dağlarda gece kampta gönül eğlendirdik kendi halimizde…




Önüm arkam orman, yollar ve hava güzel, aşağıda Edremit körfezi, karşımda Midilli adası ve ciğerlerimde İda rüzgarları… Bir motor sevdalısı daha ne isterki bunlardan başka…




Bu bölgede bulunmanın dayanılmaz güzelliğini sağa sola kısa ziyaretler yaparak değerlendirdim. Küçükkuyu içindeki Adatepe Zeytinyağı müzesini görmek ve resimlemek ayrı bir keyif verdi bana…








Eskilerden kalma zeytin ve yağını işleme, ayrıştırma teknikleri çok hoşuma gitti. Yolu düşen arkadaşlara tavsiye ederim. Ben beğendim, sizin de seveceğinizden eminim…




İki teker üzerinde hareketli bir yaşama adım atanlar, ne yaparsan yap yerinde duramıyor, illa ki bir yerlere gitme dürtüsü, içinde fişekliyor seni… Bu sefer de, yol kenarında gözüme çarpan Mıhlı Şelalesi levhasının izini sürmeye başladım ve derin bir vadi içindeki bu güzel yere vardım…




Tam yazın ortası olmasına ve son zamanlarda hiç yağmur yaşmamasına rağmen suyun debisi gayet güzeldi. Vadiye inerken belediye görevlisi bir arkadaş, bu suyun aynı zamanda Küçükkuyu’nun içme suyu ihtiyacını karşıladığını belirtti. Yol stabilize ve toz toprak olmasına rağmen tavsiye ederim, muhteşem…


En tepeden fotoğraf çekerken, insanların karınca misali göründüğü suyun kenarına vardığım zaman ne kadar geniş bir delik olduğunu anladım… Suyun berraklığı ve serinliği vadiyi cennet gibi yapmıştı. Kalabalık fazla olunca, etraf mangal dumanı ve kokusuna boğulmuştu, olacak o kadar canım…

Assos ve Behramkale, Babakale, sonrasında Bozcaada turumu da diğer bölüme sakladım, ömür biter yol bitmez, gezmeye devam…

-DEVAM EDECEK-