freelancer adlı üyeden alıntı
Merhaba ey mü'min, Yüce Honos'un selamı üzerinde olsun,
İşsizliğim münasebetiyle konuya girmiş bulundum. Basını aktif takip etmediğim için nelerin yer bulduğunu bilemeyeceğim; sağ olsunlar, Hachiko ve diğer arkadaşlar paylaşmasa, dünya patlasa haberim patladıktan sonra olacak.
Hasta-doktor ilişkisi diye bir şey olduğundan emin değilim bizde. Bir söz vardır, "Evlilik tango gibidir, iki kişiliktir." diye. Lakin bizde halaya çevirirler; annesi, babası, dayısı, teyzesi derken bir bakmışsınız, bütün aileyle halaydayız. Bu örneği neden verdiğimi bilmiyorum.
Hah, doktor, hatırladım. Şimdi azizim, her şeyin yamuk gittiği bir ülkede doktorun dosdoğru olmasını bekleyemezsiniz elbette. Bu demek değildir ki doğrusu budur; yalnızca kaçınılmaz olduğunu ima ediyorum.
Her sorunda olduğu gibi, bu sorunda da kabahati iki tarafta da aramalıyız. Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Doktorlarla ilgili tespitlerinize katılmakla birlikte, hastaların ve yakınlarının da pek matah insanlar olmadığı gerçeği yüzümüze hafif bir esinti gibi dokunsa fena olmaz. Ben şimdi konuyu, bilgim dahilinde, iki açıdan da ele almaya çalışacağım.
Hasta açısından büyük oranda bakmışsınız zaten, ben de işin bu yakasındaki bir insan ve potansiyel hasta olarak size hak veriyorum. "Yıllarca dirsek çürüttük" deyip, saygının en yücesini hak ettiğini düşünmek, en basit tabirle egoizmdir. Aynı dirseği, kullandıkları aletlerin tamamını tasarlayan medikal mühendis de çürütüyor, hastane binasının yıkılmadan yerinde durmasını sağlayan inşaat mühendisi de, tasarımını yapan mimar da. Tek saygıyı doktorun hak ettiğini düşünüyorsak yanılıyoruz.
Üstelik hekimlik, yine bahsettiğiniz gibi, hastaya çok şey açıklamama üzerine kurulu. Lakin bir sır vereyim, hekimlerin de bilgisi sınırlı. İnsan vücudu ve nasıl çalıştığına dair bildiklerimiz parçalı vaziyette ve özellikle psikoloji konusunda insanlık olarak pek de bir şey bilmediğimizi düşünüyorum. Yoksa neden olur ki intihara meyleden depresife, intihara teşvik etme ihtimali olan ilaç verilsin?
Her neyse. Hekim tamamen haklı olmadığı gibi, hasta da tamamen haklı değil. Ülkemizde cahil cühela kıtlığı yok çok şükür, üstelik bu insanlar cahilliği bir şey sanıyor. "Bizim atalarımız köylüydü, köylü olmaktan gurur duyuyoruz" mantığı bir bizde var herhalde. Lan oğlum, köylüyü küçümsediğimizden değil, Atatürk'ün meşhur sözünü hatırlatırım; lakin köylü olmak mesele değil. Herkes köylü olabilir, lakin herkes medeni insan olamaz. Cahilliğinle gurur duymaktansa az toprak eklemeye çalış şu boşta duran saksıya.
Ben hekimim atıyorum, tedavi etmeye çalıştığım bir hasta, kulaktan dolma bilgileriyle bana işimi öğretmeye çalışıyor. Randevu sisteminde on beşer dakika ara görüyorsunuz lakin hekim bu on beş dakikada hem muayeneli hastaya, hem de kapıda sıra almış hastaya bakmaya çalışıyor. Hekimlerin odasında genelde kapıyı açık gördü mü dalan bir kitle olur. Lakin hep de bu kitlenin işi halledilir; kapıda ondan öncesinden beridir bekleyen hasta beklemeye devam eder. Herkes sırada nasıl bekleyeceğini öğrense, eh, kapının üstündeki ekran da herkesi doğru sırasıyla çağırsa daha güzel bir yer olabilirdik.
Bir hekimle konuşuyorum, adam bana diyor ki, "Türkiye'de doktor fazlalığı var." Bu ne demek lan şimdi? O yüzden mi sen akşama kadar dakikada üç kişiyle muhatap oluyorsun? "Buraya gelen herkesin tedaviye ihtiyacı yok, belki beşte biri." demişti bana. "Yani hastaneye gelen sayısı beşte birine inse, hiç sıkıntı çekmeyiz." Lakin hastanenin işi nedir sevgili doktor? İnsanlar bilmedikleri bir konuda, ya korkularından, ya da ihtimalleri gözden geçirmek için geliyorlar sana. Sen bu adamlara "derisi dökülmeye başlamayan kimse bana gelmesin" dersen, nerede kaldı erken teşhis, erken tedavi? Bunu söyleyen lise arkadaşım değil üstelik, 50 küsur yaşında adam, sözümona yılların erbabı.
Ha, eklemek gibi olmasın ama, hekimler de sıkıntılı şartlar altında çalışıyor. Bahsettiğim hekim aynı zamanda acilde nöbete kaldıklarında ücret almadıklarını söylemişti. Ek ücret filan değil, direk ücret almadıklarını. Ne kadar doğrudur bir hekim aydınlatsın bizi.
Neyse, uzattım. Yardım tasına şu çeyrekliği bırakıp gideyim; daha papaz Morris'e uğrayacağım, "bir daha kimse benden kutsal su almadan Kızılderili avına çıkmasın" dediydi. Biliyorum ki beni kast ediyor geçen pazar ayininden beri. Haydi size hayırlı perşembeler şerif.