Siz değerli motor dostlarına sonsuz sevgi ve saygılar diyerek 22-26 Ekim 2007 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz İstanbul-İzmir-Kuşadası ve Şirince gezisini paylaşımınıza sunuyorum.
22 Ekim pazartesi gecesi son hazırlıkları yapıp saat 03.30 da Darıca dan arabalı vapura biniyorum. Hava yağmurlu ve rüzgar da kuvvetli. Ancak gezinin önceden planlanması, havanın kötü olmasına engel değil diyor çıkıyorum yola. Bir hafta önceden aldığım Kappa marka racer modeli çantalar fotoğrafta görülüyor (dip notta akıbeti mevcut). Fotoğraf makinasının çantanın dibinde oluşundan çıkartmaya üşeniyor ve ilk fotoyu cep telefonuyla çekiyorum.
Saat 04.30 gibi arabalı vapurdan iniyorum. Yol ıslak ve hıza gerek yok diye geçiyor aklımdan. Sabah 09.00 da sevgilim Melikeyi İzmir'den almak üzere gaz açıyorum. Ortalama hızım 110-120. Sabah 09.10 da İzmir'e giriş yapıyorum. İstanbul'un aksine ılık bir hava var. Melikeyi alıp yola çıkıyoruz. Rotamız Kuşadası. Yol üzerinde yandımçavuş tesislerinde yemek molası. Burda yağmur duruyor. Racing tarzı bir motorla yanınıza ancak sırt çantası alınabileceğini yolda anlıyorum.
Kuşadasına geliyoruz, otele yerleşip motor kıyafetlerinden kurtuluyoruz. odanın manzarası şöyle:
Akşam rakı-balık-bira yapmak üzere kendimizi dışarı atıyoruz
Kuşadası'nın daha sakin olacağını düşünerek seçmiştik burayı ama bir hayli hareketli geliyor bize.
Ertesi gün hava yağmurlu yine :cry: motorumuzu otelin otoparkından kımıldatmıyoruz.
Amacımız Selçuğa 8 km uzaklıkta ki Şirince'ye gitmek. Yollarının eski tip kaya taşlarla döşenmiş olması motoru almamamız için de bir neden oluyor.
Nasıl gidilir? Kuşadasından Selçuk minibüslerine, ordan da Şirince minibüslerine binmeniz mümkün.
Şirince eski adıyla ''Kırkınca'' bir rum köyü. kurtuluş savaşında boşalmış onların burayı terk etmesiyle. 1924 Yılında göçmen vatandaşlarımız yerleştirilmiş. Burda bizim dikkatimizi çeken insanların çok samimi ve güleryüzlü olmalarıydı. genelde turistik yerlerde bu özelliklerle karşılaşmak pek mümkün değil.
Daracık sokaklarda evlerinin önünde tezgah kurmuş teyzeler-amcalar. Kimi elinde yaptığı çorap, bere ve süs eşyası satıyor, kimi de bu teyze gibi binbir derde deva geldiğini söylediği bitkileri.
Bu yaptığı nazar değmesin diyeymiş
Önceden de dediğim gibi yollar dar ve düz olan yeri yok denecek kadar az (meydanın dışında). Tepede Vaftizci Jean kilisesi'ne doğru başlıyoruz tırmanmaya.
Kilise de restorasyon çalışmaları devam ediyor. Bahçesinde küçük bir dilek havuzu var. Gidenler bilirler içindeki deliğe para atmak neredeyse imkansızmış. Deniyoruz ama maalesef başarısız.
Kilise yaklaşık 700 yıllık.
Kilise'nin hemen yanında ''papaz evi'' bulunuyor. Ama burası da işletmeye verilmiş turizm bakanlığınca. Otantizmi korunmuş, iki katlı binada alt katta şarap tadılıyor. Dilerseniz beğendiğinizi makul bir fiyata alabiliyorsunuz. Fotoğrafta ki beyefendi (adını unuttum maalesef) takı tasarımcılığıda yapmaktaymış. Truvalı Helen, Gladyatör ve Büyük İskender filmlerinin takı aksesuarlarını kendisi hazırlamış.
Alt kat:
Tipik Şirince evleri:
Bir sonra kısmet olursa burda kısa bir tatil yapmayı kafamıza koyuyoruz. Gürültüden uzak, sıcacık insanlarıyla size kucak açan adı gibi gerçekten ''şirin'' bir yer burası...
Bu arada unutmadan buraya gitmek isteyenler için; Şirince de pansiyon veya ev kiralayabiliyorsunuz. Biz fikrimiz olması açısından baktık evler tamamen orijinaline uygun olarak kiraya veriliyor. Genelde 2 kişilik olarak düzenlenmiş. Şömineli olanları var. Nostalji seviyorsanız ve sakin bir tatili düşlüyorsanız sıkı bir pazarlık yaparak burada vakit geçirebilirsiniz. Arabayla gelecekseniz kasabanın girişinde ki otopark ta bırakmak zorundasınız. Sokaklar dan geçmesine izin verilmiyor.
Şirince yöresel yemekleriyle de ünlüymüş. Bir restoran da oturuyoruz. Kabak çiçeği dolması ve çökelekli çarliston dolması (tereyağda kızartılmış) bize öneriyor. İn, çık yorulduk dört gözle bekliyoruz siparişlerimizi 8O
Çarşı da dolaşırken tamamen eski-antika satan bir dükkana yolumuz düşüyor. Sorduğumuz çoğu şey 120 yıldan daha yeni değil. Tarih kokuyor burası...
Köy kahvesinde birer kahve içtikten sonra arkasında ki çeşmede deklanşöre basıyoruz:
Özellikle meyva şaraplarının güzel olduğunu öğrenip almak için bir dükkana giriyoruz:
Ertesi gün dönüş vakti geliyor ve motoru otelin önene çekip kalan eşyaları* yüklüyoruz.
Bu kısa ama keyifli tatilde burda bitiyor. Herkese kazasız sürüşler diliyorum.
Önemli not* : Çanta alacak arkadaşların dikkatine: bu yolculukta ilk olarak kullandığım Kappa marka soft tekstil yan çantalar bana çok sorun yaşattı. Racing tipi motorlarda çanta tam bir dert. 200km/saat de kısa süreli de olsa çantaların aynadan havalandığını gördüm. Koruma naylonları yırtıldı, sabitleme lastikleri kopma derecesine geldi ve dahası çantalar da aşırı yük olmamasına rağmen ilk kullanımda deforme oldular. Satın aldığım Pendik Honda Güngör motor dan Belgin hanım'ı arayıp durumu anlattım ve sağolsunlar onlarda ithalatçı firmayla kontakt kurup çantaları Kuşadasından kargo yoluyla firmaya göndermem için 'satış sonrası'' müşteri memnuniyetini fazlasıyla yerine getirdiler.