Yaşamış olduğum anılarımı kısa hikaye yaptım ve sizlerle paylaşmak istiyorum.Sizlerin de mutlaka anlatmak istediniz bi hikayeniz vardır. Dinlemek isterim





Rüzgâr

Bebeklikten beri motosiklet uzerinde olmamdi beni bu en büyük sevda denizine iten. Naci Dayim sayesinde çocukluk yıllarım hep motosiklet uzerinde gecti. 2 zamanli jawa 250 ile yillarca inanilmaz eğlenceli bi çocukluk geçirdim.ilk motosikletim 125cc'lik scooter ile baslamisti.scooter kullanmak çok basitti.bi ara bunda bir şeyler eksik diyerek araba ses sistemini scooterima monte etmistim. Gümbür gümbür müzik eşliğinde 30bin km yapmistim.ve bir cok renge boyayip farkli hazlar tatmistim. Fabrika hatasi yüzünden ariza yapip beni çok üzüyordu ki çok sarhoş bi sekilde kaza yapip trafikten men edilene kadar... Sonra ikinci olarak 14 yaşımda Peugeot 105 2 zamanli mopedi almıştım. Yaklasik olarak bi 4bin km kullanip sonunda yağ koymayi unutarak motor blogunu patlatana kadar her şey iyiydi. 1 yillik boşlugumda dayimin scooteriyla geziyordum. Ta ki sıkılıp sezon ortasinda ayrildigim is yeri sayesinde aldigim 3. Motosikleti alana kadar... chopper tarzı almıştım. Çünkü çok çekici geliyordu. Suan itibariyle 89 bin kmdedir kendisi, kanuni caracal modeli için inanılmaz kmdir.bu kilometreler sayesinde ogrenmedigim tamir,yemedigim kazık, gitmedigim yol, kazanmadigim tecrübe kalmadi. An itibariyle motorumda sökülüp takilmayan ; değişmeyen tek ön tekerlek rulmanlari kaldi. Evet! Geri kalan ne varsa sökülüp geri takildi ya da değişti... gerçi suan gozlerimi baglasaniz dahi size motoru komple dagitir aynı sekilde toplarim. Defalarca yolda kalmisligim var ama asla yolda birakip gitmedim. Oncelikle emeği geçen ve 2015 yilinda, 1952 model teknolojiyi eşsiz şekilde tattiran tüm Çinli mühendislere buradan bi teşekkürü kendime borç bilirim. Kilometrelerce ittirdigim zamanlar var.hatta uzun yolculugumun birinde ; tam mola verdim bi baktim motorun altından seller gibi yağ akıyordu.belli ki yağ tipasi gevsemis.tam tipayi tuttum yere tak diye düştü. Ve motor yağı olduğu gibi yere boşaldı. Motorla yağsız devam etmek imkansizdi.en yakın yag alabilecegim benzin istasyonu 30km uzakliktaydi.yurumek ya da otostop çekmek sıkıntı değildi. Fakat Eskişehir e gidiyordum yaklaşık 150km daha vardi. Ertesi gün de ankaraya yolculuk vardı. Ne yapsam diye düşünürken annemin yanima verdiği 2litrelik zeytinyaği vardi.mecburi olarak motora zeytinyağı koyup yola koyuldum. İlk basta sıkıntı cikarmamisti fakat toplamda 800km yol yapinca motor Keçesi patladiydi... aradan epey zaman geçti ve annemle telefonda konusuyoruz; bana oğlum zeytinyağlarin bitti mi yedin mi diye sordu.. bizim oralarda da sivi altin zeytinyağıdir. ben de oooo anne nefismis yağlara ekmek basa basa yedim demistim, bilseydi motora koyduğumu gebertirdi beni... çok az param olsa dahi yemek yerine gider benzin alan biriydim. Tüm harcliklarimi benzin alabilmek için harciyordum.ellerim her zaman motoe yagi olurdu, simsiyah leke bulasmamis bi tane bile giysim nerdeyse yoktu.deri ceketimi üzerime çekerdim. motorun benzin ve yağ kokusu doganin o eşsiz kokusuyla harmanlanip benim parfümüm olup çıkıyordu. Bendeki; İnsanların hayattan sıkılıp ya da emekli olunca tattigi zevk değildi , tamamen çocukken kanima işlemişti. Cocukca bi sevgiydi iste, tipki kromun safligi gibi... bendeki de böyle bi tutkuydu.
Motosiklet aciklayamadigim bir duyguydu... Bi kere çıktın mi tepesine , bir daha kicimi indiremedigim... çok süper bi duygu ki... Keşke kola & cips , döner & ayran , ketçap & mayonez , Ahmet kural & murat cemcir ya da zeki Alasya & metin Akpınar gibi muhteşem bi bütünleşmiş örnekler verebilseydim... Lâkin ben motorumla öyle bi butunlesmisim ki mecnun için leyla , kuşlar icin gökyüzü , insanlık için dürüstlük , Aşk için sevgi neyse benim için motorumdu... hastasıydim. Ayrıca tipta var midir bilmiyorum ama rüzgâr hastalığına kapilmistim.bir gün bile o tatlı ruzgar esmesin tenime kendimi hissedemiyordum. Birakamiyordum.muptelasi olmusuZ amansiz bi sevdaya... kokain gibiydi rüzgârına yandigim... Sıcak havalarda kullanmak kadar keyifli bir sey olamazdı.biz Muğlali olduğumuz için manzaradan bol şey yoktu. Gözlerinle gorebilecegin her yer masmavi deniz ve yemyeşil agaclarla kaplı... her virajinda bi animiz gizli olan bu kiyilarda bi birayi cennetten bi parça olarak sayardim kendime. Kavurucu güneş tepemde usulce batarken, sevinçten delirircesine esen rüzgâr gulumsettiriyordu , manzaraya karşı actigim Buz gibi bi bira daha... o zaman gerçekten hissediyordum tabiatla birlestigimi... yunan mitolojisinden firlamiscasina ozgunlesiyordum. Hele o Muğla sakar virajlarina bi yilan gibi girislerimle aldigim hazzi anlatamiyorum ama kiz arkadasimla sevda duygu yüklü, agir çilek kokusu sinmiş atmosferde aynı anda bosalmamiz kadar zevk doluydu... o her virajda sonuna kadar yatirip ayakliklardan kivilcim attirip ayni anda lastiklerimden çıkan o kartal çığlığı gibi yankilanmasi beni delirtiyordu... Sadece güneşten ibaret değildi sevdam ; kar-kış demeden sürekli kullaniyordum. Eskişehirin soğuğunu bilmeyen yoktur. Jilet kesigi gibi acitir her estiginde... soguktan katman katman giyinip bu aski yasiyordum. Yağmur yagdiginda bile cayamiyordum bundan sırılsıklam olsam da islanmayan yerim sadece saçlarım oluyordu... ruhum için hava her gün cehennem sicagi kadar gunesliydi.. aslında sirilsiklam olduğum şey ise motosikletime duyduğum askimdi.. karlı havalar benim için tam istediğim gibiydi fakat yollarda keşke istedigim gibi olabilseydi... viskime attigim buz gibi kaygan oluyordu yollar. Eski kemerime ince civiler cakip lastigime bagliyordum. Ve yollar bana yine aciliyordu böylece ruhum yine ozgurlesiyordu. Aslında havalar benim için hic bir sey ifade etmiyordu.Saglikliysam, sevdigim birileri hala yasiyorsa ve mutluysam en güzel hava buydu benim için... Bu da böyle bi animdir.