Deneme – 1 08.08.2010 – Sensizlik
“Dikenleri daha çok batsın diye sıkıyorum elimde o yaprakları tek tek dökülmüş, o kurumuş gül dalını. Belki elimden damlayan kanlarla yakalarım o bana hayat veren, tüm siyah beyazlığın içinde gördüğüm tek renk olan o sana has kırmızıyı, senin kırmızını. Sen gidince kaybolan o kırmızını. Kendi kanımla yaşamaya çalışıyorum tüm hücrelerime girmiş olan seni. Damla damla dışarı akıtıp yaşamaya çalışıyorum. Gözlerim kararıyor, hayalin gelirken gözlerimin önüne. Biliyorum öleceğim az sonra. Belki on dakika belki de daha az... Ama seni daha çok görebilmek, sıcaklığını tenimde daha çok hissedebilmek için tek tek kesiyorum bütün atardamarlarımı. Sadece son bir kez ısıtabilmek için ruhumu, hücrelerimdeki sıcaklığınla.”

Deneme – 2 09.08.2010 – Sessizlik
“Odamın ortasında ayakta dururken düşünüyorum seni, her taraf senin anılarınla doluyken Ben sadece ellerime bakıyorum. Avuç içlerim gözlerimin içine batıyor. Ellerini tuttu bu eller, sana dokundular... Kendi ellerim bana acı veren anılar olmuş boğuyorlar beni. Sadece avuç içlerime bakarken seni görüyorum. İstiklal caddesinin bir başından bir başına, kan ter içinde elini hiç bırakmadan yürüdüğümüzü. Bak tam avucumun ortasındaki o yara... Gözyaşını sildiğimde kalmıştı orada. Giderken gözlerime bakıp akıttığın o tek damla gözyaşının izi. Saçlarını okşarken kalan izlere bakıyorum, saçlarının uzattığı yaşam çizgimi takip ediyorum. saçların gidince gitmiş avucumdaki çizgiler de. yaşamamışım gibi sanki bu hayatta... Bakıyorum avuçlarıma... Gitme diye bakarken gözlerinin içine, yanaklarını tutan avuçlarıma. Bütün anıların burada, ellerimin arasında... Ve tekmeliyorum ayaklarımın altındaki tabureyi, avuçlarımı yüzüme kapatırken, etraftaki hiç bir şeyi görmeden son kez kokunu almaya çalışırken.”

Deneme – 3 10.08.2010 - Çaresizlik
“Rüzgâr hızla çarparken suratıma, okşuyor sanma yanaklarımı senin gibi... Ve gözyaşlarım şu anda, rüzgarın kuruttuğundan değil gözlerimi. Sensiz geleceğin kuraklığından. Sıcak hava deli gibi çarpıyor yüzüme, seni görürken uzaklardan. Tüm vücudumu sarıyor rüzgarın kolları, sen gittikten sonra başkası sarmasın diye. Ve sen gittikten sonra başkası öpmesin diye dudaklarımı varıyorum işte oraya, seni ilk öptüğüm yere. O binanın önüne o kaldırımın üstüne. Hızla yaklaşıyor kaldırım, o seni ilk öptüğüm yerde. Rüzgâr kesilecek az sonra... Kollarım açık, gülümsüyorum sadece... hareket etmeme hiç gerek yok... düşüyorum sadece... Beni ilk öptüğün yere...”


Herhangi bir gün / herhangi bir ay / herhangi bir yıl – Anlamak

3 yol var önümde adam, 3 yol ve üçünü de aydınlatan tek bir ışık. Umarsızlık alıyor canımı her şeyden önce. Tanrıdan önce… Kendimden önce… 3 yol var önümde ve hepsini aydınlatan tek bir sen. Hangi yolu seçersem seçeyim, artık ardında kalmış olmanın yokluğu var içimde. Elime tutuşturduğun o gülü ayrılırken, neden geri verdim ki sana? Ağlarken karşında gitmemek için, sarılmak için son kez, neden dokunamadı ellerim sana? Veya her şeyi unutup bir anda öpemedim seni umarsızca, o ilk öptüğüm yerde bırakırken seni gözleri yaşlı. Nasıl gidersin ki böyle, nasıl yaparsın ki demişken sen bana, cevap bile veremezken gittim ya ben. En çok ondan kızıyorum kendime. Neden gittiğimi, nasıl gittiğimi bilemeden bıraktım seni ilk öptüğüm yerde… Elindeki gül ile. Ve sen anlatırken bensizliği bana, aynı sensizliği yaşadım kelimelerinde. Üç tane yol var önümde adam, hepsini sadece senin aydınlattığın. Camın önünde, masamın üstünde hepsi. Sen bütün anıları avuçlarına sığdırırken, benim önümde kalan sadece bir fotoğraf karesi. Gazeteden kesilmiş… bir motor kazası haberi… artık koşsam da peşinden yetişemem ki! Neyse ki tamam artık, geç de olsa dönüyorum geri. İlk seviştiğimiz odada seninle, üç yol var önümde. Gül desenli bir bıçak, bir ip ve açık bir pencere…

Ex - 2010