DÜNYA, NÜKLEER ENERJİDEN VAZGEÇMİŞTİR
1950’lerde “Köleniz Atom” (1), “Ölçülemeyecek kadar ucuz” (2) olarak lanse edilen ve bütün dünyayı kaplayacağı
varsayılan nükleer santrallardan, bugün hızlı bir kaçış vardır. 1974 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın
(IAEA) hazırladığı bir rapora göre; 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santral olacaktı (3). Oysa 2005 yılı sonu
itibariyle, 443’i işletmede olan ve birçoğu neredeyse 15-25 yıldır yapımı devam eden 24 adet nükleer santralı toplarsak
(4), en fazla 467 adet nükleer santral olacaktır. Bu sonuçtan da görülüyor ki, nükleer santralların yaygınlaş(tırıl)masına
ilişkin öngörülerde, on misli bir yanılgı ve büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. TAEK eski Başkanı ve aynı zamanda
Akkuyu ihale şartnamesini hazırlayanlardan Prof. Dr. Nejat Aybers’in, 39 yıl önce yazdığı öngörüsüne göre de; “2000
senesinde, dünyanın elektrik üretme kapasitesi 4 milyon Mwe olacak ve bunun da %60’ını nükleer santraller teşkil
edecektir” (5). Oysa bugün, dünya toplam elektrik üretiminin yalnızca %16’sı nükleer santrallardan elde ediliyor.
Dünya enerjisinin nükleer enerjiden karşılanacağı öngörüleriyle, nükleer santralları “zorunlu ve tek çözüm” olarak
sunan resmi kuruluşların, akademisyenlerin, teknokratların, siyasilerin ne kadar yanıldıkları ortadadır.
Nükleer sektörde yaşanan bu büyük yanılgının temel nedenleri arasında; yatırım-finansman-kredi-garantiişletme
maliyetlerinde ekonomik-ticari olarak tam bir başarısızlık yaşanması; diğer enerji kaynakları ile rekabet
edememesi, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması ve şimdiden birçok ülkenin başına çok büyük
sorunlar açması; arızalar nedeniyle sık sık devre dışı kalması, normal işletme anında bile çevreye sızan ve işletmede
çalışanlara da zarar veren radyasyon yayılımı; sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyen nükleer kazalar; yüksek
güvenlik nedeniyle lisanslama ve yapım sürelerinin 15-20 yıla uzaması; nükleer silahlanma ve “11 Eylül” saldırısı
gibi uluslararası asimetrik tehditlerin artması; uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları; nükleer enerjiye karşı
gelişen yurttaş tepkisi ve oluşan güvensizlik; yenilenebilir, alternatif, temiz enerji kaynaklarının gelişmesi; enerji
verimliliği, enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufu yaklaşımlarının yaygınlaşması; enerji yoğun üretim yerine, düşük
enerji kullanımlı teknolojilere ve üretime geçiş; enerji tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi birçok konu
sayılabilir.
...
DÜNYA, NÜKLEER YERİNE YENİLENEBİLİR ENERJİYE YÖNELMİŞTİR
Tüm dünyaca kabul edildiği ve artık terk edilmeye çalışıldığı üzere, başta nükleer santrallar ve tüm fosil enerji
kaynakları; çok büyük ve geri dönülemez bir çevre kirliliği ve toplumsal maliyet yaratmaktadır.
Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde nükleer santraldan vazgeçilme nedeni olarak öne sürülen; “bu ülkelerin, hem
ilave elektrik talebi ve nüfusu az artmakta, hem de artık sanayileşmelerini tamamlamışlardır, tuzları kurudur” söylemi
doğru değildir. Çünkü, eninde sonunda ömrü dolan veya vazgeçilen nükleer santrallarının yerine, yeni enerji
kaynakları ikame etmek zorundadırlar. Örneğin nükleer santral yerine; Almanya 2004 yılı sonu itibari ile 16649
MW’a, İspanya 8263 MW’a yakın rüzgar enerjisi santralı kurmuştur (Oysa Türkiye; 2005 sonu itibarı ile yalnızca 23
MW rüzgar santralına sahiptir). Ayrıca gelişmiş ülkeler, enerji artışını başka tedbirlerle önleme yönünde politikalar
geliştirmektedir. Bu politikalar arasında; enerji tasarruflu ev ürünlerinin özendirilmesi, yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanımı, doğalgaz kombine ısı ve güç santrallarının kullanımı, enerji verimliliği, tüketim
alışkanlıklarının değiştirilmesi, enerji yoğun teknolojilerden, bilgi yoğun teknolojilere geçilmesi vb. bulunmaktadır.
Avrupa Birliği’nin 27.09.2001 tarih ve 2001/77/EC sayılı “Dahili Elektrik Pazarındaki Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarından Üretilen Elektriğin Teşvik Edilmesi” başlıklı Yönetmeliği’nde, AB ülkelerinde 2010 yılında
tüketilecek tüm elektriğin %22.1’inin yenilenebilir (yeşil) enerji kaynaklı olması öngörülmekte ve rüzgar, güneş,
jeotermal, dalga, gelgit, hidrolik, biokütle, çöp ve arazi dolgularından elde edilen gaz, pissu tasfiye tesisleri gazı,
biyogaz gibi kaynaklardan elde edilen enerji, “yenilenebilir (yeşil) enerji” olarak tanımlanmaktadır
Türkiye de, yönünü “yenilenebilir enerji” kaynaklarına çevirmek zorundadır. Bu nedenle artık zorunlu olarak
tercihlerini, teşviklerini, kaynaklarını, planlamalarını, yatırımlarını, uygulamalarını buna göre düzenlemek zorundadır.
Çünkü, yenilenebilir ve temiz enerji kaynakları arasında “nükleer” yoktur.
...
NÜKLEER ENERJİ, İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ UCUZ DEĞİLDİR
Risklerini, radyasyon ve atık problemlerini, telafi edilemeyen kazalarını bir yana bırakırsak, nükleer santrallar
dünyanın en pahalı, hatta gelişmekte olan ülkeleri batıran bir enerji tercihidir. Dünyanın en borçlu ülkelerinden olan
Türkiye, aynı yolu bizden önce deneyen ve nükleer enerjiye kucak açtırılan en borçlu diğer ülkeler (Meksika, Çin,
Hindistan, G. Kore, Brezilya, Arjantin, Rusya) gibi, adım adım iflasa doğru sürükleniyor. Fatih Birol, OECD’nin
bünyesinde kurulmuş olan Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti ve Dünyada enerji piyasasını en iyi
bilenlerden biri olarak; ‘Nükleer santralın maliyeti en az 2 milyar dolardır. Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerde
makro ekonomik dengeleri bozabilir. Her şeyin çok iyi hesaplanması gerek.’ diyor (15). Eğer 1 adet nükleer santral,
makro ekonomik dengemizi bozacaksa, 3 tanesi birden neleri “bozar”, varın siz düşünün.
Kağıt üstünde düşük hesaplanan ve tekliflerde de hep ucuz gösterilen nükleer enerji birim fiyatları, hiçbir zaman
gerçekleşmemiştir. İlk yatırım ve normal işletim maliyetleri çok yüksek olan nükleer santrallar, 35-40 yıllık ekonomik
ömürleri boyunca sıkça karşılaşılan kazalar, aşırı güvenlik ilaveleri, sık devre dışı kalmalar, bakımlar ve onarımlar
nedeniyle çok pahalıya enerji üretirler. Ayrıca, yakıt zenginleştirme ve atıkların saklanması için fazladan paralar
ödemek zorunluluğu vardır. 2-3 nükleer santral için ekonomik olmayan bu maliyetleri, bir miktar azaltmak için en az
10 nükleer santralın birden yapılması gerekmektedir. Bu da, özellikle Türkiye gibi bir ülkenin altından
kalkılamayacağı çok ağır bir maliyettir ve zaten mümkün de değildir. Bu nedenle, kurulması planlanan 3 santralın
üreteceği elektrik, çok çok pahalıya mal olacaktır.
...
Dünyanın en önemli ekonomi dergilerinden FORBES’in; “Nükleer Çılgınlık” başlıklı kapak yazısında; “ABD
nükleer güç programındaki başarısızlık, ABD iş dünyasındaki en büyük işletmecilik felaketidir” denilmektedir (16).
Nükleer enerji maliyetleri konusunda önde gelen bir otorite olan ve ABD’de Enerji Bakanlığı’na danışmanlık yapan,
eski Başkan Bill Clinton’un en deneyimli nükleer enerji ekonomisti olarak adlandırdığı C. Komanoff, 1968 ve 1990
yılları arasında, ABD’deki nükleer enerji üretimi üzerine kapsamlı bir araştırma yaptı. Bu araştırmanın bulgularına
göre, ticari nükleer üretim hakkında yeterli verilerin olduğu bu yıllar arasında, nükleer enerjinin ortalama Kw/saat
maliyeti; 7.2 sent çıktı (17). 1988 yılında ABD’de üretilen ve tüketicilere satılan en pahalı elektrik; 11.93 sent’e
yüksek maliyetli nükleer enerjiden dolayı, New Hampshire eyaletinde gerçekleşmiştir (18). Oysa Akkuyu Nükleer
Santralı tekliflerinde önerilen kW/saat maliyet ise, kağıt üstünde 2.5-3.5 sent olarak gösterilmekteydi. Ancak, Prof. Dr.
Ahmet Yüksel Özemre ve Prof. Dr. Ahmet Bayülken tarafından; “AECL söz konusu olduğunda üretilen elektriğin
hesaplanan kW/h başına maliyeti 4,66 cent, Westinghouse’ınki ise 7,26 cent idi” olduğu rapor edilmiştir (19). TEK
Nükleer Santrallar Dairesi eski Başkanı Güngör Bozkurt da, Akkuyu Nükleer Santralı’na verilen fiyat tekliflerinin
gerçekçi olmadığını iddia etmiştir; “kW/saati, 2.5 sente dünyanın hiçbirinde verilememektedir ve keşif bedeliyle
elektrik üreten nükleer santral çıkmamıştır. Benim çalıştığım Amerika’daki nükleer santraldan örnek vereyim.
Amerika’da enflasyon yoktu, 1983 ve 1984’te, 500 milyon dolarlık ilk keşif yaptık, 3.2 milyar dolar harcandı ve
işletmeye açılmamış durumda. Amerika’da 2-3 tane nükleer santral için 10 milyar dolar harcadılar, sonra kömüre,
doğalgaza çevirdiler “(20). Ülkemize önerilen santralların maliyetine, atıkların saklanması için harcanacak yüksek
meblağlar ve söküm masrafları dahil değildir. Asla hesaplanamayacak olan bir başka bedel ise, herhangi bir nükleer
kaza sonrası ortaya çıkan, çıkacak olan toplumsal, çevresel maliyettir.
İngiltere’de nükleer enerjinin gerçek maliyetlerinin saklandığı, kamuoyuna deklere edilenden çok daha yüksek
olduğu artık kabul edilmiştir. İngiltere Bağımsız Elektrik Üreticileri Başkanı David Porter’in açıklamasına göre;
“Nükleer santralden elde edilen elektriğin fiyatının yüksek olduğu ortaya çıktıktan ve Londra Belediyesi’nin sektörün
bu kısmının özelleştirilmesine sırtını dönmesinden sonra, Enerji Bakanlığı nükleer santralleri yaşatabilmek için
subvansiye etmeye karar verdi”(21).
ABD, İngiltere ve diğer bütün batı ülkelerinden sonra, nükleercilerin gözbebeği olan Fransa’da da, gerçek
maliyetler artık tartışılmaya başlandı ve Fransa’da 2003 yılında yeni bir doğalgaz güç santralının, nükleer santraldan
çok daha ucuza elektrik üreteceği kabul edildi. Bir devlet politikası olarak bugüne kadar sorgusuz sualsiz devam eden
nükleer enerji politikası, Fransa’nın dış borcunu artırmış, yalnızca EdF’in nükleer santrallardan kaynaklı borcu, 30
milyar dolara ulaşmıştır (22).