Kapat
Üye Girişi
Motovento
Reklam Alanı
Motomax
Reklam Alanı
3. sayfa BirinciBirinci 123

####Tasavvuf Nedir??####

    Motovento
    REKLAM ALANI
  1. #41
    tarikay - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    04 Kasım 2005
    TASAVVUF NEDİR? İSLÂM NEDİR?

    Aslında “Tasavvuf” kelimesinin zahirdeki belirtilere bakarak, sufa sahipleri (Ehli sufa) kelimesinden mi, yoksa Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sof (yün) elbiseler giyildiği için, sof kelimesinden mi geldiği hiç mi hiç önemli değil. Ama çok önemli görülen şeyler var:
    1. Tasavvuf Kur’ân-ı Kerim’in bütünü ile amel etmektir. Kur’ân-ı Kerim’in sadece fizik vücudumuzu alâkadar eden âyetleri ile değil, nefsimizi ve ruhumuzu vazifeli kılan âyetleri ile de amel etmektir.
    2. Tasavvuf, Peygamber Efendimiz S.A.V. ve sahâbenin yaşadıklarını yaşamaktır. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler ve onlara tâbî olanların da yaşadıkları hayat da tasavvuftu.
    3. Tasavvuf, Allah’ın bize tevdi ettiği 3 emaneti de (Ruh, Fizik vücut ve Nefs) Allah’a teslim etmektir. İrşad’a ulaşmaktır. Bu ise İslâm olmaktır.
    İslâm kelimesinin ilk muhtevası tek Allah’a inanmak, ikinci muhtevası teslim, üçüncü muhtevası ise sulh ve sükûndur. Kim İslâm olmak şerefine ulaşmışsa, o kişi üç açıdan sonsuz saadete erişmiş olur.
    1. İç âlemde, ruhun bütün hasletleri nefse geçtiği için sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü artık nefs ve ruh arasında çatışma yoktur.
    2. Dış âlemdekilerle sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü nefsin afetleri artık yoktur ki diğer insanlarla anlaşmazlıklar olsun.
    3. Allah’u Tealâ Hz. ile en iyi ilişki kurulmuştur. Yüce Rabbimizin her emri yerine getirilmekte ve her nehyinden kaçınılmaktadır. Artık nefsin sahip olduğu faziletler (yani ruhun hasletleri) emirleri yapmaya büyük arzu duymakta, nehiyleri (yasakları) ise hiç işlememektedir. Çünkü nefsteki yasakları talep eden afetlerin hepsi yok olmuştur.
    Görülüyor ki İslâm bir sonsuz saadetin (Fussilet-35), hazzül aziymin oluşması için ulaşılması gereken bir merhaledir.
    Allah insanlardan başka yarattığı her şeyi insan için yarattığı cihetle (Casiye-13) en çok insanı sevmektedir. En çok sevdiği mahlûkunun mutlu olmasını istemesi ise tam olarak yerli yerine oturmaktadır. İşte bu sebeple Allah, insanın irşada ulaşmasını emretmektedir (Bakara-186, Şura-47). Çünkü ancak irşada ulaşan kişi İslâma ulaşmıştır, ve de sonsuz mutluluğa ulaşmıştır. İnsan-ı Kâmil olmanın son aşamasına varmıştır. Saadet açısından insan-ı kâmil olmuştur. Velâyetin kademeleri olan ,
    1. Fenâ (Ruhun Allah’a teslimi)
    2. Bekâ
    3. Zühd
    4. Teslim (Vechin, fizik vücudun teslimi, muhsin olmak)
    5. Ulûl Elbab
    6. İhlâs kademeleri tamamlanmıştır.
    İnsan-ı kâmil olmanın ikinci ve asıl muhtevası “İrşad edebilme” yeteneğidir. Bu yetenek, insanın kendisinde mevcut olduğu kanaatinde olması ile mevcut olmaz. “Mürşid” olabilmek, ihlâs’a ulaştıktan sonra, Tövbe-i Nasuh’a (Tahrim-8) Allah’u Zülcelâl Hz. tarafından davet edilmek ve yüce Rabbimiz tarafından salâha ulaştığının tebliğ edilmesi ile gerçekleşir. Ve gönül gözü açık olanlar onun başının üzerindeki nuru görürler (Tahrim-8).
    Unutulmamalıdır ki daha hikmetin ilk kademesi olan “Ulûl Elbab” (Lübb-ün sahibi olmak) kademesinden başlayarak son üç kademede (daimî zikir) “zikri daim” asıldır (Al-i İmran-190,191). Salâhta ise “zikri külli” (vücudun bütün azalarının Allah’ı zikri) esastır.
    7. Böylece salâh kademesi (7. kademe) oluşur. Salâh’ın son üç kademesinden ilk ikisinde, iradenin Allah’a bağlanması ve ref edilmesi yaşanır. Salâhın son kademesinde ise Allah her devirde sadece bir kişiyi tasarrufu altına alır.
    Görülüyor ki sadece fizik cesedimize ait vazifelerin değil, nefsimize ait ve ruhumuza ait vazifelerin de ifa edilmesi farz kılınmıştır. Bu ise Allah ile kul arasındaki ilişkiler açısından kitabın bütününe tâbi olmaktır (Al-i İmran-119). Bu açıdan kitabın bütününe tâbî olmak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmaktır. İslâm olmak ise, gördük ki ancak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmakla gerçekleşebiliyor.
    Kitabın bütününe tâbî olmak ruhun, fizik vücudun ve nefsin, bize verilen 3 emanetin de Allah’a teslim edilmesidir. Bu 3 emanetin, Allah’a teslimi işlemi ise Tasavvuftur. Peygamber Efendimiz ve sahabenin ulaştıkları merhaledir ve yaşadıkları hayattır, İslâm şerefine ermektir. Tasavvuf ; Allah’a teslim olmak, İslâm’ı, Kur’ândaki İslâm’ı yaşamaktır. Tasavvuf, İslâm’ın hayata geçirilmesidir.
    Öyleyse İslâm = Tasavvuftur.
    Madem ki Allah irşadı farz kılmıştır (Bakara-186 ve Şura-47); İrşad 3 cesedin de Allah’a teslimidir, İslâm olmaktır, tasavvuftur.
    Teslim farzdır.
    İslâm farzdır.
    Öyleyse Tasavvuf farzdır.
    w.mihr.com


    REKLAM ALANI
    Oktay Motor CF Moto Polaris Mondial
    Motomax
  2. #42
    Forumdan Uzaklaştırıldı R3N - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    17 Ağustos 2006
    Şehir
    istanbul
    bence tasavvuf insanın kendine yakışanı giymesidir .. bide ahmet soyadını unuttum ( belki ismide ahmet değildir ) o amcadır . tennenni terennni diyen amca .. sufide kendine yakışanı giydiği için ahmet amca olmuş oluyor .. 2004 senesinin başlığı

    zühd , ulül elbab ....

  3. #43
    Forumdan Uzaklaştırıldı
    Üyelik
    06 Ekim 2006
    Şehir
    İzmir
    Motosikleti
    Var
    Arkadaşlar burada böyle konuları kapatıyorlar maalesef.
    Küfür ve hakaret, düzeysiz konular ve İslami konular yassakh...
    Nazar boncuğu serbest...

  4. #44
    tarikay - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    04 Kasım 2005

    ..

    DÜNYA HAYATINDAKİ MUTSUZLUK VE HUZURSUZLUK
    Allahû Tealâ Yunus Sûresi'nin 100. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor;

    YUNUS-100: Vema kâne linefsin en tü'mine illâ biiznillâh ve yec'alürricse alellezine lâ ya'külûn.
    Allah'ın izni olmaksızın hiç bir kimse imân sahibi olamaz. İmân sahibi olmakta aklını kullanamayanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) Allah şeytanın zulmetini gönderir. Böylece azaplanırlar.

  5. #45
    tarikay - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    04 Kasım 2005

    Dünya Hayatindaki Mutsuzluk Ve Huzursuzluk

    Gerçekten aklın iki tane müşaviri vardır. Birisi NEFS, diğeri de RUH'dur. Fizik vücudun kumandanı olan akıl, nefsi ve ruhu bir müşavir olarak kullanır ve bunlardan bir tanesinin talebini kabul eder. Her olaydan evvel içinizdeki iki sesi duymuşsunuzdur. Birisi sizi güzelliğe, doğruya Allah'ın emirlerine doğru çekmek isteyecektir. Öteki ise yanlışa ve şerre doğru çekmek isteyecektir. Birisi nefsimizin sesidir, kötüye çeker, diğeriyse ruhumuzun sesidir. Allah'a çeker. Şunu biliyoruz ki, başlangıçta herkes, nefsi emmarede bulundugu için olaylar cereyan etmeden evvel bir karar safhası vardır. Ve bu karar safhasında mutlaka nefs ve ruh arasında bir kavga vardır. Kavga kesindir. Bu kavganın arkasından bunlardan bir tanesi aklı ikna edecektir. Eğer aklı ikna eden nefs ise, ki emmare nefs kademesinde hep böyledir, aklın ikna olduğu olay tahakkuk edecektir. Nefs-i Emmare genellikle aklı şerre alet eder. Ve akıl ondan aldığı fetva üzerine, ondan aldığı müşavirlik üzerine, fizik vücudu şer istikametinde kullanır. Her şer olay hem derecat kaybetmemize sebebiyet verir. Hem de her şer işlediğimizde sıkıntı duyarız. Hayır işlediğimizde ise hem deracat kazanır hemde ferahlık ve huzur duyarız. Şer istikametinde kullanılan fizik vücut mutlaka başkalarına zarar ika edecegi cihetle, mutlaka bir tepkiyi çevreden davet edecektir.
    Zulmün işlenmesiyle beraber karşısından gelen tepkinin intikamını alamıyorsak şuuraltımızda birikim başlayacaktır. Nefsimiz duruma hakimse başkalarının bize yaptığı herhangi bir hadisede ona cevap veremiyorsak, bu imkandan mahrum isek, nefsimiz hemen bir şuuraltı birikimi başlatır ve olay şer olarak tahakkuk ettigi zaman zaten bir sıkıntı kalbimizi kaplar. Başkalarının kalbini kırmışızdır, başka birine yanlış bir davranış yapmışızdır. Ondan da bir tepkinin gelmesi muhakkak gibidir. Böylece ondan gelen yeni tepki, bizim nefsimizde yeniden bir olay başlatacaktır. Ve spiral giderek yükselecektir. KİN, KAVGA, İNTİKAM birbirinin arkasından insanı devamlı rahatsızlıklar içinde tutacaktır. Kaldı ki olay burada da bitmeyecektir. Çünkü fizik vücut bir günah işlediği zaman RUH mutlaka NEFSE azap edecektir. Ve kişinin azap duyması da bu pişmanlıkla noktalanır. Bu azap (halk arasında bu azaba vicdan azabı denilir) olmalıdır ki ancak bu azaptan sonra azabın husule getirdiği pişmanlık hissi de yer etsin. Böylece görülüyor ki, NEFS-i emmaradeki herkes için olay vücuda gelmeden evvel (bütün olaylar için geçerlidir) mutlaka NEFS ve RUH arasında bir kavga vardır. Olay genellikle şer olarak tahakkuk ediyor. Şerri yaşarken iç sıkıntı duyuyoruz. Ve olay tahakkuk ettikten sonra da RUH NEFSE mutlaka azap ediyor. Öyleyse hep kavganın sıkıntının ve azabın var olduğu bir vücut ülkesinde insanlar daimî bir huzursuzluk içinde yaşıyor. Kaldı ki, hep huzursuzluk hali içinde yaşayan insan çevreden de etki aldığı için, bu etki alanı içinde daha da huzursuz olur. Başkalarının her yaptığı kişiye batar.
    NEFS-İ EMMARE'de başkalarının size yaptığı ters bir harekete daha büyük bir hareketle cevap vermek istersiniz. Biri size bir tokatmı attı? Daha şiddetli bir tokat, bir yumruk atmak, hatta onu bayıltıncaya kadar dövmek gelir içinizden. Hep intikamin peşindesiniz ve hırsınız daima size hakimdir. İntikam şeytanın silahıdır. Şeytan kişiye hakimse o zaman şu dünya adı verilen gezegende mutlu olmak asla mümkün değildir. Eğer her olaydan evvel kavga varsa hep yanlış şeyler yapıp pişmanlık duyuyorsanız, hep ruhunuz nefsinize azap ediyorsa, hep bu büyük sıkıntıyı üstleniyorsanız; O zaman sizin için söz konusu olan şey huzursuzluktur ve sıkıntıdır. Kâfirler, amelsiz mü'minler ve yetersiz amelli mü'minler hepsi nefsi emmarede olmaları sebebiyle dünyadaki hayatları, hep huzursuzluk ve sıkıntı içinde geçmektedir.

  6. #46
    Forumdan Uzaklaştırıldı
    Üyelik
    06 Ekim 2006
    Şehir
    İzmir
    Motosikleti
    Var
    Hayret BBRR bu başlığı nasıl olmuşda kilitlememiş ?
    Gözünden kaçmış olmalı

  7. #47

    Üyelik
    15 Mayıs 2007
    Şehir
    İstanbul

    Tasavvuf Ayrı Bir Din

    MADEM KONU TASAVVUF NEDİR? BENDEN DE GÜZEL ALINTI BİR CEVAP.
    SUFİ ARKADAŞLAR İYİ OKUSUN tarikay da iyi okusun cevabı..
    Modumuz devreye geçer artık
    Tasavvufun her ne kadar başlangıcını Peygamber'in şahsına, onun en yakın arkadaşlarından Ebu Bekir ve Ali’ye ve daha sonra başkalarına dayamak isterlerse de gerek Kur'an'ı ahlak edinen Peygamber'de, gerekse kendilerini ona benzetmeye çalışan arkadaşlarında ve tabii en temelde Kur'an'da tasavvufla ilgili açık ve anlaşılır motiflere rastlamak mümkün değildir. Her ne kadar peygamberin bazı arkadaşlarında tasavvufu çağrıştıracak bazı temayüller görülmüşse de buna muttali olan Peygamberin bu yönelişleri hemen önlemeye çalışması da göstermektedir ki sufiliğin İslamla alakası bulunmamaktadır...

    Allah Kur'an'da: "Allah, yarattıklarından hiçbirine benzemez." (42/11) buyurduğu halde, tasavvuf, yaratılanların tümünün Allah'ın benzeri olduğu inancındadır. Bu kanaatte oluşu nedeni ile de tasavvufun meşhur isimlerinden ve ona şeklini verenlerden Muhyiddini Arabı FüsüsulHikeminde: "Hakikat budur ki Halik, Mahluk, Halik'tir. Bunların hepsi tek bir varlıktandır. Hayır, belki O, tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan varlıktır" (s. 78-79) diyor. Ve aynı akidenin bir tezahürü olarak devamla kitabında: "Şu halde Firavnun iddia ettiği "Ben sizin yüce Rabbınızım sözü gerçekleşti. Çünkü her ne kadar o iktidar Hakk'ın aynı ise de Firavnun suretinde tecelli etmiştir." diye sürdürmektedir inançlarını açıklamayı.
    Konuya mukayeseli olarak bakıldığında görülmektedir ki gerçekten İslam bir ayrı din, tasavvuf da bir ayrı dindirler.
    Birinci olarak bu ayrı dinlerin akideleri birbirine hiç benzememekte, biri diğerinin aynısı olarak değil, ayrısı olarak görünmektedir. İslam akidesinde Allah; varlığı ezeli ve ebedi olan, eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan Yaratıcıdır. Kendisi var iken, başka hiçbir şey yok idi: Ve Allah, yarattıklarından hiçbirine benzememektedir. Tasavvufta ise Allah ve yarattıklarının tümü bir varlıktır. Vücud Birliği (Vahdeti Vücud) Yaratanla yaratılanın aynı olduğu görüşüdür. İslam akidesi ile taban tabana zıt olan bu görüşü akide edinen tasavvuf, saliklerini İslam’dan uzaklaştırmıştır. Esas sapma da bu akide sapmasından kaynaklanmaktadır. İslam dininde kainat yoktan yaratılmıştır; gelip geçicidir. Yalnız onu yaratan, yoktan vareden Allah kalıcıdır. Kainat ile Allah arasında öz bakımından ayrılık vardır. Tasavvuf bu görüşü benimsemez. Tasavvufa göre kalıcı (ezeli ve ebedi) olan Allah tarafından yaratılmış ne varsa onunla eş niteliktedir. Çünkü yaratılan, yaratanın bütün özelliklerini yansıtır. Yaratılan, yaratanın görüş alanına çıkmasından başka birşey olmadığı için, ikisi arasında öz ayrılığı yoktur. Öyleyse yaratılanla, yaratan eş varlık düzeyindedir, birbirinin iki ayrı görünüş türüdür. Yaratılan kainat, yaratan Allah'ta vardır (vahdeti vücud). Yaratılma olayı Allah'ın özünden gelen, dışa vuran bir fışkırmadır; yoktan varediş değildir.
    İslam'da zahire göre hüküm verilir. Zahir, insanlar arasındaki ilişkilerde esastır. Buna göre muhakeme olunurlar. Olaylar ve davranışlar buna göre değerlendirilir ve kabul veya reddedilir. Örneğin İslamın kerih gördüğü bir davranış göründüğünde bu reddedilir. Maruf, münker açıktır. Maruf yapılması gereken şeyler iken, münker kaçınılması gereken şeylerdir.

    Tasavvufta ise asıl olan zahir değil, batındır. Batın; gizli, görünmeyen, bilinmeyen demektir. Buna göre görünmeyen, bilinmeyene göre hareket etmeyi esas almaktadırlar. Bu düşüncelerinin sonucu da görüntüde haram olan bir işi rahatlıkla yapabilmekte ve sonucunda "Bu görünen size öyle görünmektedir. Zahirde böyledir. Lakin batınında iş sizin bildiğiniz gibi değildir ve şöyle şöyledir" demektedirler. Bu cümleden olarak birçoğunuzun bu ve benzerlerini hemen hatırlayıvereceği gibi mesela "mürid şeyhini, önünde rakı sofrası ve yanında fahişelerle bile görse kalbini bozmamalı ve bana görünen (zahir) böyle, kimbilir mübarek zat batında ne haldedir. Benim olayı böyle görmem bendendir demeli ve şeyhi hakkındaki kanaatında hiçbir değişiklik yapmamalıdır. Hatta böyle gördükçe şeyhi hakkındaki imanı daha da artmalıdır." Bu ve benzeri düşüncelerin inançlaşması, zahiri ölçü edinmeyip, ne olduğu bilinmeyen, gizli olan batını ölçü edinmekten kaynaklanmaktadır. Durum böyle olunca da yeryüzü ifsad olmakta, bütün doğrular eğrilmekte, bütün eğriler rahatlıkla doğrulaşmaktadır.
    Bir diğer konuda yapacağımız mukayese de dikkatleri çekecektir. İslamda insan kullukta ilerledikçe sakındığı şeyler çoğalır, sakındığı şeyler çoğaldıkça kullukta ilerlerken, tasavvufta mertebe kat ettikçe mükellefiyetler azalmakta, hatta tümüyle kalkmaktadır. Akidevi bakımdan mübtedi bir mutasavvıf "Ben Hakk'ım" diyemezken, seyri sülukta ilerledikçe "Ben Allahım" diyebilmektedir. Bayezidi Bistami "Kendimi tesbih ederim. Benim şanım ne yücedir." derken, İbni Arabi "Yaratılan, yaratılmış olandır. Ben O ,ve O benim" diyebilmekte, buna paralel olarak da, Yunus "Bir ben vardır, bende, benden içeru..." diye sürdürmektedir. Ve giderek namazı, niyazı küçük gören, cenneti istiskal edip istemediğini söyleyen ve isteyenlere verilmesini söyleyerek "Bana seni, gerek Seni..." diyenler de bunlardır. Ve yukarıdaki sözlerimizi doğrulayan tasavvufi tezahhürlerdir.
    Tasavvufla ilgili ne kadar önem atfedilen eser var ise bunların tümünde yukarıda anlatmaya çalıştığımız hususlarla ilgili yüzlerce örnek bulmamız mümkündür'3'. Akidesi, kabul ettiği ana ölçüleri, ana kavramları ile birbirinden gerçekten farklı iki din; İslam ve tasavvufun görünürdeki bazı benzerlikleri, kendini meselenin dışında tutanlar için aldatıcı olmakta, yanılmalarına sebeb olmaktadır. Biri, diğerinin yerine ikame edilmek istenilen şeylerin herşeyden çok birbirine benzemeye ihtiyaçları vardır. Hiç değilse görünürde sağlanacak bu benzerlikler, düşünce seviyesi düşük olanları kolay kandırabilmektedir. Allah katında kabul görmeyecek nice sapık dinde de bazı doğruların bulunduğu bilinen bir husustur. Zira herşeyiyle sapık olanların tefriki kolay olması, tefriki güçleştiren unsurlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Mesela bugün demokrasinin ve hatta laikliğin islamlaştırılması, İslamın tümüyle reddedilmediğindendir. Madem ki bu başarılamamaktadır o takdirde demokratik İslamdan ya da laik islamdan bahsetmek gündeme getirilmekte, demokratik ve laik kavramlar İslam'da yaşatılmaya çalışılmaktadır. Kaldı ki ne demokrasi, ne de laiklik uzaktan yakından İslam’la ilglidir. Hiç bir surette birbirine yakınlığı bulunmayan bu kavramlar tamamıyla reddedilemeyen, insanların akıl ve kalplerinden çıkarılmayan İslama sokulmaya, orada yaşatılmaya çalışılmaktadır. Kadir olsa idiler mutlaka İslam'ı tümüyle, ismi dahil ortadan kaldırmayı ve yerine kendi dinlerini ikame etmeyi isterlerdi. İstemişlerdir de.

    İktibas Dergisi/Sayı: 141

  8. #48
    derwish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    07 Haziran 2006
    Şehir
    patagonya
    Motosikleti
    scooter
    kannatimce konunun kaptılması gerekli
    zira ülkemizde dini ve siyasi konular ne yazık ki bilinçsiz olarak irdelendiğinden dolayı bilgi de eksik oluyor ve eksik bilgiye sahip olan bilgiyi sunmayı değil karşısındakine kabul ettirmeyi amaç edindiğinden iş çığrından çıkıyor.
    iktibas kimin ne için çıkardığı bir dergidir ya da nedir bilmem ama bu konular derin konular sıradan insanların boyunu hayli hayli aşıyor, ciddi bir altyapıya sahip olmak gerekli burada beyan edilecek fikirlerin tutarlılığı konusunda...
    burada sadece motorları tartışsak daha iyi ....
    konuyla ilgili yazmak istediklerim var ama yazamıyorum, yanlış anlaşılma ihtimali çok yüksek eğer okurlarsa buraya hasanımla adaşım bilir

  9. #49
    Süper Moderatör (BBRR) Barış Şuşut - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    12 Haziran 2005
    Şehir
    marmaris
    konu eski tarihlidir ..o arihlerde forumda insanlar kapışmadan böle konuları konuşabiliyomuş demekki ..ama artıık konuşamıyolar ..
    [B][COLOR="DarkOliveGreen"]"İnanç, görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız kimsenin göremediğini görürsünüz"[/COLOR][/B] [B]A. Şerif İZGÖREN[/B]


    REKLAM ALANI
3. sayfa BirinciBirinci 123

Konu içerisindeki kullanıcılar

Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)

Bu Konudaki Etiketler